ŞEHADET - Vatan İçin / 25

573 57 10
                                    

Ufak bir düzeltme yapacağım.

23. bölüm ve 24. bölümlerin yer değiştirdiğini ve bu bölümün okuduğunuz 23. bölümden sonra geldiğini söylemek istiyorum :) Arka arkaya sürekli Toprak okuyor gibi oldu. Arada aslında Olcay'ın ağzından olan var :)

Yazıp direk paylaşınca ufak tefek kusurlar oluyor. Kusura bakmayın lütfen :)

*

TOPRAK

Olcay Bey yüzüme öyle bir bakmıştı ki hiçbir şeyden haberi olmadığını düşündü bir yanım. Sanırım iyi niyetli olan tarafıma fazla kulak asmaya başlamıştım. Karşımdaki adamı, hayatında kendinden habersiz atılan hiçbir adıma müsaade etmeyeceğini bilecek kadar tanımıştım. Eminim ki oda odasındaki Meryem Hanım'ı tanıyordu. Hem de özel alanına alacak kadar...

"Size iyi eğlenceler yüzbaşım."

Öfkem ona mıydı yoksa kendime mi? Neden büyümüştü bu konu bu kadar? Kendimi açık ettiğim, buna rağmen aramadığı için mi yoksa aramasını beklediğim için mi? Belki de onu tanıdığımı düşünüp ona ait sırlarla yüzleştiğim içindi bu kızgınlık. İtiraf etmem gerekirse, öfkem hem onaydı hem de kendime.

Olcay Bey'in cevap vermeyeceğini anladığım an yoluma baktım ve neredeyse kaçarcasına uzaklaştım. Merdivenlerden inerken telefonumun çalışını umursamadım. Yanımdan gelip geçen askerlerin bakışlarını önemsemediğim gibi. Son basamakları tamamlarken çantamın içinde duyulan melodi de son buldu.

Dış kapıdan çıktığım gibi tenim buz gibi soğuk geceyle bütünleşti. Ciğerimin sızlayacağını bile bile derin bir nefes aldım. Bu şehrin gece olduğunda havası daha temiz oluyordu ve ben bunun tadını çıkarmak için lojmana kadar yürümeye karar verdim. Soğuk işlemez kabanımın önünü kapatırken dışarıdaki merdivenleri indim. O sırada telefonum tekrar çalmaya başladı. Sanki gecenin sessizliğinde daha da güçlü bir şekilde yankılanıyordu. Israrcı kişinin kim olduğunu görmek adına çantanın içinden telefona baktım. Buradaki sorumluluğumu üstlenen özel harekât polislerini tümene girdiğimden beri görmemiş, acil bir durum olmadığı takdirde bana ulaşmamaları gerektiğiyle ilgili tembihlemiştim ve şu anda telefonum çalıyordu. Hem de ısrarla... Merve olduğunu sandığım için kendime kızarken hızla telefonu cevaplayıp kulağıma götürdüm.

"Sadık?"

"İyi akşamlar Toprak Hanım."

Sahiden iyi mi akşamlar demek istediğim adama "Bir sorun mu var?" diye sordum. Misafirhanenin sınırlarından çıkıp lojmana doğru yöneldim. "İzniniz olursa birkaç günlüğüne Ankara'ya gitmem gerekiyor efendim. Eşim, doğum yapıyor şu an." Sesindeki heyecan yüzümü güldürdü. En azından Sadık için iyi bir akşam olacağa benziyordu.

"Öyle mi? Tebrik ederim. Sağlıkla kavuşun inşallah."

"Teşekkür ederim Toprak Hanım. Babalık iznimi kullanacağım için birkaç gün buralarda olmayacağım ama arkadaşlar burada." Telefonla konuştuğum için oyalanan adımlar atıyordum. Lojmanlar yürüyerek gidilecek bir mesafedeydi ama bu şekilde devam edersem gecenin sonunda ancak oraya varacaktım. Adımlarımı bir nebzede olsa hızlandırırken "Haber verdiğin için teşekkür ederim Sadık. Tümenden çıkmayı düşünmüyorum. Yine de aksi bir durum olursa arkadaşları haberdar ederim," dedim. "Eşini de benim için tebrik et lütfen."

"Baş üstüne Toprak Hanım. Tekrar teşekkür ederiz. İyi akşamlar."

Telefonu kapattığımda yüzümde hala sıcak bir gülümseme vardı. Her ölüm bir doğuma gebeydi. Her doğumsa ölümden bi haberdi. Ölüm nasıl bizden bir şeyler götürüyorsa, doğum da bir o kadar geri getiriyordu. Belki daha bile fazlasını...

Gecenin en güzel haberinin verdiği enerjiyle kalan yolu nasıl tamamladığımı anlamadım. Lojmanların girişinde telefonumu çıkardım ve Merve'nin attığı konuma göre evi buldum. En üst kata çıkarken soluklanmak adına katlar arasında durdum. Nefes nefese tamamladığım merdivenlerin sağında kalan kapının zilini çalmamla açılması bir oldu.

"Hoş geldin bal- Ne bu hal?"

Merve yüzümü dehşetle inceleyince ne halde olduğumu merak etmeden duramadım. "Yürüdüm biraz," diyerek ayakkabılarımı çıkardığımda vestiyerin aynasından silüyetimi gördüm. Pancar gibi kızarmıştım. "Aklından zorun mu var kızım, hava -2 derece." Soğuk ısırığının hayat bulduğu yüzümü incelemeyi bıraktım ve kabanımı almak için uzanan kuzenime döndüm.

"Geç kalmadım değil mi?"

Sorusuna cevap verecek değildim. O da bunu beklemiyor olacak ki "Yok yüzbaşı da az önce geldi," diyerek konunun değişimine anında adapte olduğunu kanıtladı. Şu adamın bir adı yok muydu? Neden sürekli rütbesiyle konuşuyordu? Bu neyin hiyarşisiydi böyle.

"Her şey hazır."

Önüme koyduğu yeni gibi duran ev terliklerinden sonra kabanımı aldı. "Geç hadi," derken çoktan portmantoya asmıştı. Hiç sevmesem de terlikleri ayağıma geçirip salon olduğunu düşündüğüm yere doğru ilerledim. Cihat Enişte ve yanındaki adam, içeri girmemle aralarındaki muhabbeti kesmiş, yanlarına ulaşana kadar ayaklanmışlardı. Kumral, yeşil gözlü adam görevinin başında nasıldı bilmiyorum ama şu anda gördüğüm askerlere göre daha yumuşak mizaçlı duruyordu. Hatta bıyık bırakma şansı olsa İstanbul Beyefendilerini aratmayacak bir havası vardı. Daha önce görmediğime emin olduğum yüzbaşının üzerinde bakışlarımı daha fazla oyalamadım.

"Hoş geldin Toprak."

Cihat Enişte tokalaşmak ve sarılmak arasında kalmıştı. Onu bu zor karardan kurtararak baş selamı verdim. "Hoş bulduk." Minnettar bir gülümsemenin ardından yanındaki adama bizi tanıştırmak ister gibi döndü.

"Çağrıcığım, bahsettiğimiz kuzenimiz Toprak. Kendisi baş savcıdır. Özel bir soruşturma için bir süre buralarda olacak."

Rütbe farkı belli ki aralarında sorun değildi ve bu egosuz özelliğiyle tanınmaya değer biri olduğunu hissettirmişti. Yüzüme yabancı insanlara bahşettiğimden daha sıcak bir gülümseme yerleştirdim ilk kez. Cihat Enişte bana doğru döndü. Fakat adının Çağrı olduğunu öğrendiğim adam öne atılarak tanışma merasimini devraldı.

"Çağrı Uzanulu," deyip tokalaşmak için elini uzattı. Parmakları silah tutan değil de sanki piyano çalan birininki gibi ince, uzun ve temiz görünümlüydü.

"Tanıştığıma çok memnun oldum Toprak Hanım."

*

ŞEHADETHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin