ŞEHADET - Vatan için / 37

642 59 21
                                    




OLCAY

İnsan, çekip gittiği zaman bir sürü şeyi geride bırakabilirdi. Fakat aynı zamanda birilerini ya da bir şeyleri ardında bırakmanın ağırlığıyla lanetlenirdi. Her an üzerinde taşıdığın, sonsuz bir tutsaklık yaşamana neden olan bir lanet...

Yani kurtulmak istememize neden olacak kadar sizi etkilemiş şeyler, aslında hiçbir zaman kurtulamadıklarınızdı. Hayatını geride bırakamadıktan sonra insanlarla araya koyduğun mesafenin ne önemi kalırdı ki?

Deli'nin öfkeyle gidişi aslında kadereydi. Ne mesleğini ne de beni bırakamayacağını o da iyi biliyordu. Şu anda bana yaptığı saygısızlığın ağırlığı altında ezildiğini biliyordum. Yine de onu hafifletmek yerine biraz daha odada oturmayı tercih ediyordum.

'Pişman olacaksın.'

Büyük bir laftı. Pişman olmak için hata yapmak gerekirdi. Bizim mesleğimizde de hataya yer yoktu. Çünkü en ufak bir hata, seni ya da askerlerini şehadet yoluna sürüklerdi. Ben bu zaman kadar verdiğim hiçbir karardan pişman olmamıştım. Konuşulan şeyler bir sevgilinin penceresinden bakıldığında gaddarcaydı. Farkındaydım. Fakat benim pencerem boştu. Hiçbir zaman, koşullar ne olursa olsun görevimin önüne kimseyi geçirmemiştim. Aşk, meşk olayları bizim gibi adamların ayağına pranga takmaktan başka bir boka yaramazdı. Deli'de de görüldüğü gibi...

Odanın penceresinden içeri sızan sesler, askerlerin eğitime çıktığını gösteriyordu. Oturduğum yerden ayaklanıp pencerenin önüne gittim. Karakol sınırları çok geniş olmadığı için spor yapan askerleri rahatça seçebiliyordum. Bir grup askeri peşine takmış, aralarındaki mesafeyi fazlasıyla açmış Deli ve Mubuka'yı gördüğümde değil de yanındaki kadının varlığıyla kaşlarımın çatıldığını hissettim. Üzerinde montu yoktu. Hatta gelirken giydiği boğazlı kazağı dahi yoktu. Bizimkiler her türlü hava şartına saniyeler içinde adapte olabilirdi ama o... İnce beyaz tişörtüyle hastalığa cilveli bir edayla göz kırpıyordu. Bizimkilerle beraber en ön safta koşuyordu. Zorlanmadığı yetmiyormuş gibi gülüyordu. Nefes kontrolünü sağlaması gereken yerde o kahkaha atarak gülüyordu. Bu kadar komik olan şey neydi? Ya da komik olan bir şey var mıydı? Onlara baktığımı hissetmiş gibi yalnız kalacağımın altını mı çiziyordu yoksa kendisinin artık arkadaşları olduğunun sinyalini mi veriyordu?

Allah aşkına!

Sadece Deli'nin moralini yerine getirmek için bile olsa 'Yeni arkadaşının' yanında başka şekilde olamaz mıydı? Bu mesafeden bile vücut hatlarının dalgalandığını görebiliyordum ki bu hareketliliğin arkasındaki bir karakol askerinde dikkatinden kaçmadığına emindim.

Karakolun hadım olmasını engellemek için oyalanmadan odadan çıktım. Koridoru her zamankinden daha hızlı bir şekilde tamamladım ve kendimi kasım ayının ayazına bıraktım. Koştukları alana doğru ilerlerken görüşüme ilk giren Barış oldu. Bizimkilerin eşyalarının başında bekliyordu ve sırtı bana dönüktü. Toprak'ın o rengarenk çantası sırtındaydı. Birdenbire her santimimi kaplayan öfke saldırgandı. Mıcırlardan çıkan ses beni ele verdi. Barış, omzunun üzerinden bana baktı. Onun da ifadesinde gördüğüm şey, keyifti. Ne için? Özel kuvvetler askerlerine öncü olduğundan mı yoksa Toprak'ın herkese görsel bir şölen sunmasından mı?

Bana baktıklarında ne gördüğünü bilmiyordum ama Barış'ın yüzündeki keyif yanına vardığım an son buldu. Benimle birlikte tekrar koşan gruba baktı. Açıklama yapma ihtiyacı hissetmiş olacak ki "Biraz kafasını boşaltması gerekiyormuş," dedi.

"Toprak'ın mı?"

Sesimdeki kinayeyi belki de törpülemem gerekiyordu. Sorumun ardından bakışlarının bana döndüğünü hissettim. "Deli," dedi az önceki cümlesine cevaben. "Baş savcı neden kafasını boşaltmak istesin – bir dakika. İçeride kadının canını sıkacak bir şey mi söyledin?" Bu soruya büyük harflerle 'SANA NE!' demek isterken sadece başımı hayır anlamında salladım. Gözlerimi gittikçe yaklaşan Toprak'tan bir saniye bile ayırmadan "Neden izin verdin?" diye sordum.

ŞEHADETHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin