TOPRAK
"Şu alabalığın tadını yemin ederim İzmir'de bulamazsın."
Merve'de benim gibi et sevmeyenler grubundaydı. Önüme kiremitte kaşarlı bir şekilde servis edilen balığın kokusu bile söylediği şeyi kanıtlayabilecek lezzetteydi. Mezeler, salata ve içecekler de masaya konduktan sonra garson yanımızdan ayrıldı. "Ee o zaman afiyet olsun." Cihat Eniştenin gülümseyerek söylediği cümlenin ardından tabağındaki ciğerlere yumulması saniyelerini almadı. Bir hayli acıkmış görünen kocasını masanın altından dürtmeyi ihmal etmeyen Merve "Biraz yavaş hayatım," dedi uyarı dolu bir tebessümle. Adam yanlış bir şey yapmış olmanın verdiği mahcubiyetle "Tüm gün koşuşturmaktan ağzıma tek bir lokma koyamadım," dedi. "Kusura bakmayın biraz hızlı başladım."
"Hiç sorun değil. Lütfen rahatınıza bakın."
"Sorun," diyerek benim aksime sert bir şekilde kocasına bakan kuzenim "Her yemekte böyle bu," diye ekledi. "Gören arkasından atlı kovalıyor sanır." Bu Merve'nin gerçekten ayarı yoktu. Benim yanımda, koskoca adamı çocuk gibi azarlamıştı ve Cihat Enişte yerine ben utanmıştım. Adam gittikçe kızaran bir yüzle tabağına döndü ama sanki lokmalar boğazına takılıyormuş gibi yavaş hareket ediyordu.
"Ben de hızlı yerim."
Yemeğin ilk dakikasından tadının kaçmaması adına minik, beyaz bir yalana başvurmuştum. Cihat Enişte başını kaldırıp bana baktı. Gözlerinde gördüğüm rahatlamaya kibar bir gülüş armağan ettim.
"Saçmalama. Sen ailedeki en yavaş yemek yiyen insansın."
Yıllar geçse bile benimle ilgili detayları unutmaması iyi hissettirmişti. Fakat onları dile dökmenin yeri burası olsa da zamanı değildi. Ayrıca onun hatırladığı kadar yavaş değildim artık. Hızlı da sayılmazdım. Tam kararında bir yeme sürem vardı. Yine de patavatsızlıklar konusunda forumunu koruyan kuzenimi bile isteye bozdum.
"İşim gereği artık yemeklere uzun uzağı vakit ayıramıyorum."
Çalışmadığı için onun bunu anlayamayacağını üstü kapalı bir şekilde dile getirmiştim. Merve'nin bundan hoşlanmadığını belli eden gözleri hafifçe kısıldı. Ne demek istediğimi ikiletmeden anlayan kuzenimin zekâsı hala hayran bırakacak cinstendi. Keşke evlenerek buna yazık etmeseydi diye düşünmeden edemedim.
"Afiyet olsun."
Yanı başımda beliren, derin, sert ve soğukkanlı ses üzerimden tıpkı bir okşama gibi geçip gitti. Ürperdim. Cihat Enişte yemeğini bırakıp "Sağ olun komutanım," derken kalmak istercesine sandalyesini bir parça oynattı. Rütbe farklı maalesef yaşla ölçülmüyordu. Olcay Bey anında müdahale ederek "Rahatsız olmayın lütfen," dedi. Cihat Enişte hafifçe havalandığı sandalyesine geri oturdu. Masadaki bakışlar, Olcay Bey'inkilerle beraber bana çevrildi.
"Biraz konuşabilir miyiz?"
Dışarıdan bakıldığınca bir rica gibi görünen bu soruyu onu tanıyan birinin fark edeceği buyurganlıkta sormuştu. Gözleri henüz dokunmadığım balığa kaydı. "Ya da yemeğiniz bittiğinde konuşalım." Bu sefer gereksiz soru kalabalığıyla uğraşmamış, sadece söylemişti. Çünkü Yüzbaşı Karahanlı istek değil emir adamıydı ve kendini sadece birkaç dakika gizleyebilmişti. Bu konuşmanın şimdi ya da sonra yapılacağının kesin bir dille altını çizdiğine ve masama kadar geldiğine göre konu mühimdi. "Sorun değil," diyerek kucağıma yerleştirmiş olduğum peçeteyi masanın üzerine bıraktım ve ayaklandım. "Birazdan dönerim." Merve merakla izlediği bu sahnenin finalini görmeden bakışlarını üzerimizden çekmeyecek gibi duruyordu. Kim bilir aklından daha şimdiden neler geçmeye başlamıştı. Olcay Bey, kuzenim ve eşine tekrar afiyet olsun dedikten sonra önden yürümem için kenara çekildi. Botlarımdaki topukların ahşap zeminde çıkardığı tıkırtıyla, nerede konuşacağımızı bilmeden yürümeye başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞEHADET
Aktuelle LiteraturBu hikaye gerçek kişiler, olaylar ve mekanlar içermektedir. Mesleki gizlilikten ötürü isimlerde ufak kelime oyunları yapılmıştır. Lütfen okurken sadece kurgu gözüyle değil, yaşanmış olay örgüsüne bakın. Hikayenin çıkış noktası ilk bölümdedir. Keyifl...