ŞEHADET - Vatan için / 32

366 46 21
                                    


OLCAY

Baş savcının atasözlerinin anlamlarına çalışması gerekiyordu. Kalem, kılıçtan keskin olabilirdi, düşmana en yakın mevzilerde olmasaydık. Ne yapacaktı? Yanına aldığı onca kitabı çıkan çatışmada kendini korumak için düşmana mı fırlatacaktı?

Düşüncelerimin gölgesinde sırt çantasını elimle tarttım. Aslında fena bir silah sayılmazdı. Öldürmezdi ama bu ağırlık kesinlikle yaralardı. Allah aşkına iki gün için yanına kaç kitap almıştı böyle? Gerçi, yola çıkacağımızı bilse bile kaç günlüğüne olduğunu bileceğini sanmıyordum. Yine de bu çantanın ağırlığına bakılırsa yanına en az bir aylık kitap stoğu almış olmalıydı.

Tuvaletten gelen su sesiyle düşünceleri zihnimden daha hızlı uzaklaştırabilmek için başımı hafifçe iki yana salladım. O an birkaç askerin göz hapsinde olduğumu fark ettim. Hepsinin de yüzünde merak ve gülmemek için kendini zor tutan bir hava vardı. Dışarıdan kendime baktığımda pek de haksız sayıldıklarını söyleyemezdim. Tuvalet kapısının önünde, elinde binbir çeşit renk bulunan, çiçekli bir çantayla bekliyordum. Hem de kimi... Birkaç hafta önce burada zıtlaştığım bir kadını...

"Teşekkür ederim."

Toprak'ın gelişine bakmak yerine, beni izleyenlerden gözümü ayırmadım. Onlar da dikkatimi çektiklerini fark etmiş olacaklar ki görüşümden göz açıp kapayıncaya kadar çıktılar. "Bir şey mi oldu?" Elimdeki çantanın çekiştirildiğini hissettim. Toprak'a doğru döndüğümde rahatlamış ifadesini fark etmem zor olmadı. Hayır anlamında başımı salladım. Ağzımdan çıkmak için çabalayan kelimelere inanamıyordum.

"Barış'ın odasına kadar bende kalsın."

"Sebep?"

Toprak çantayı sertçe çekerek elimden kurtardı. Buna biraz da bakışlarındaki sitem neden olmuştu. Dikkatlice sırtına taktı. Sanki çantanın ağırlığıyla sırtı daha da dikleşmişti ya da ben öyle düşünmek istiyordum.

"Belli ki kılıçlarla yarışması için kütüphaneni getirmişsin."

Altta kalmayacağımı tahmin etmişçesine gülümsedi. "Sadece üç kitap." Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken "Üç ansiklopedi demek istedin sanırım," dedim. Bu sefer sahici ve içten bir kıkırtı yükseldi. "Sizler için öyle de sayılabilir." Sizler... Nedense bu genelleme aşağılama içeriyor gibiydi. Umarım yanılıyorumdur.

"Bizler?"

Toprak sırt çantasının kayışlarını tutarak omuzlarını rahatlattı. "Yani hukukla ilgisi olmayan herkes." Az önceki düşüncelerimin kendimin hüsnü kuruntusu olduğunu fark edince anladım demekle yetindim. Hukukla iç içe olan herkesin, kalın kitaplara mahkûm olduğunu bilecek kadar çok insan tanımıştım.

"Gidelim mi?"

Başımı onaylarken çoktan yürümeye başlamıştım. Toprak adımlarıma yetişmek için hafif tempo koşarken "Sanırım bende acıktım," dedi. Bir yandan da omuzlarındaki baskıyı azaltmak adına askılara tekrar asıldı. Zorlandığını anladığım için adımlarımı biraz olsun yavaşlattım.

"Kahvaltıya yetiştik ama öncesinde Barış'la konuşacaklarım var. İstersen sen-"

"Yoo... Bekleyebilirim."

Toprak'a baktığımda yüzünde sıcak bir ifadenin olduğunu gördüm. Bu karakolda, ilk kez karşılaştığım kadınla yakından uzaktan alakası olmayan samimi bir ifade.

"Olcay Bey- Olcay."

Kelimelerin hissettireceği mesafeyi anında kısalttı. "O çocuğu bu seferlik affedemez misin?" Yumuşacık bir tonda sorduğu sorusu zihnimi kurcalarken 'o çocuk' diye bahsettiği kişiyi aradı. Bakışları önümüze, ardından tekrar bana döndü. Baktığı yöne bende kısa bir bakış attım. Barış'ın kapısında bekleyen askeri görünce tüm taşlar yerine oturdu. Az önce tuvalette, elinde sigarasıyla gevşek gevşek görüntülü konuşan asker, şu anda dipçik gibi bir delikanlıya benziyordu. Ona doğru geldiğimi görünce esas duruşa geçti. Gözlerindeki korkuyu hissedebiliyordum. Aklından geçenleri biliyordum. Fakat o benimkileri bilmediği için korkuyordu.

ŞEHADETHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin