Soğuktu.
O gün, Ankara'nın en güzel yerlerinden biri olmamasına karşın, içeride olmama rağmen soğuğu iliklerime kadar hissedebildiğim bir hastanede, bir hastaneye göre manzarası epey güzel olan bir odadaydım.
Memnun olup olmamam gerektiğini bilmiyordum.
Dünyadaki her insanın bir hastanede bu manzarayı bulamayacağını bilerek şükretmek istiyordum. Sadece manzarayı beğendiğim, beni iyi hissettirdiği için değil, o manzarayı görebilen, hayal edebilen kişi olduğum için de şükretmeliydim belki de. Fakat o anda gelmiyordu aklıma bu, belki de şimdi hatırlamıyordum.
İnsan, durumların kötü taraflarını seçmeye kendini ayarlamış, kötü durumları iyi durumlardan daha iyi analiz edebilen ve kargaşa, acı ya da drama olmadan yaşam fonksiyonlarını devam ettiremeyen bir yapıydı gözümde. Bunu bana düşündüren, doğru ya da yanlış olup olmadığı önemli olmaksızın kafamın içerisinde bu yargının oluşmasını sağlayan kadınsa karşımda oturuyordu.
Babamın annesiydi.
Öyle ki içerisinde bulunduğumuz durum için, "Ucuz kurtulduk," derken bile gözyaşlarının düştüğünü görmemizi istemediği için, ya da belki düşünmemizi istediği buydu, kafasını yerden kaldırmıyor ve kurtulduğumuzu düşünürken bile ağlıyordu. İşin garip tarafı da bu değil miydi?
Bir insan neden sevinmesi gereken bir şey için ağlardı?
Ona baktığımda onu görememe sebebim benim gibi mutlu olmak için kendine bir pay çıkaramıyor oluşu muydu yoksa artık tanınmaz halde miydi?
İnsan bazen onu büyüten insanı öyle küçük bir zihinle anımsıyordu ki, anımsadığı insanı anımsayamadığını bile fark etmiyordu. Üç yaşında bir çocuk, istediğiniz kadar büyütün ama en fazla on bire çıkarın, doğru ve yanlışı, etrafında duyduğu tek bir düşünce varsa nasıl çıkarabilirdi?
Bu yüzden yıllar sonra büyüdüğümde ağlamasına dayanamadığım o kadın, babaannem, bana bu kadar acı seven bir kadın olarak geliyordu veyahut ben artık insanlara olan, olması gereken tüm toleranslarımı kullanmış ve asıl kullanmam gereken kadına tolerans bulamıyordum. Zaten insanlar hep böyle nankördü ve ne yazık ki ben de o insanlardan biriydim.
Sadece dışarıda değil, odanın içerisindeki gergin ortamda da soğuk rüzgârlar esiyor ve dışarıda hissetmeyeceğiniz soğuk, sadece iliklerinize değil, kalbinize kadar vuruyordu. Öyle vuruluyordum ki tam kalbimden, yaralı olduğunu bildiğim o kalp, soğukla uyuşuyor ve kan kaybından ölecek olsam bile bana her şey yolundaymış gibi hissettiriyordu. Tek bildiğim korktuğumdu.
Soğuktan değil, yapabileceklerimden korkuyordum.
Bu hastaneye değil, karşımdaki bu insanlara olan nefretim çok yeni ve şimdilik baki gibiydi. Sonsuza kadar sürme ihtimalini düşündüğüm bu his beni yavaş yavaş zehirliyordu. Belki de sorun his de değil, hissin içerisindeki nefretteydi.
İnsan hep kendini yaralayacağını bile bile istiyordu intikamı. İntikam önce çok tatlı geliyor, sonra ekşiyordu. Bozuk bir tat bırakıyordu ağızda ve insan o ilk tadı istediği için intikam duygusundan bir türlü uzaklaşamıyordu. İntikam denen şeyi, son haliyle, ağız tadını bozan bir şey olarak değil de ilk halde tatlı gelen bir şey olarak düşünmek istiyordu.
İntikam gün geçtikçe kendini yineliyor ve bir insan, iki dizinin üzerine çöküp, "Düş yakamdan," diyene kadar da bir yere gitmiyordu. Bu cümleden sonra da gittiği yoktu aslında. Amacı gitmek değildi, sizi de kendiyle birlikte götürmekti. Eninde sonunda götürüyordu.
Eninde sonunda intikam duygusu tüm bedeni ele geçiriyor ve o duyguyla yanıp kavrulmuyor, o duyguyla birleşiyordu insan.
İntikama dönüşüyordu ve ne yazık ki intikam için panzehir bulmak çok zordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YOKSUN
Mystery / ThrillerSenden mi yoksun yoksa yok musun? Her savaşın bir kazananı olur fakat iş intikama geldiğinde... sonu kestirmek pek mümkün değil.