30. Bölüm: Ait Olduğun Yer

10 2 0
                                    

AİT OLDUĞUN YER

"Hayatın kuralı bu yeğen, ne kadar uzağa gidersen git başladığın yere dönersin sonunda. Ne kadar değişirsen değiş, nerede mutlu olduysan hep oraya çevirirsin kafanı. Ne kadar terbiye etsen de susturamazsın içindeki canavarı. Nereye gidersen git yeğenim şunu unutma, herkes gün olur evine geri döner..."

Ezel (Ramiz Karaeski)

Gözlerimi sıkıca yumup yattığım yataktan kalmamak, uyanmamak için büyük bir çaba sarf ettim. Uyandığımda yatağımda da olsam, var olan hayatıma değil, yeni bir hayata başlarım diye büyük bir uğraş verdim. Bir şeylerden kaçmak için yapabileceğim, elimden gelen tek şey buydu. Fakat kaçamıyordum.

Yatağımın kenarındaki suyu içerek saate baktım.

2.59

Neredeyse 3'tü.

Saat neredeyse 3'tü.

Gecenin 3'ü.

Bir günün çoktan bittiği, bir neslin çoktan yitip gittiği saat...

Tehlikeliydi çünkü insan en büyük yanlışları bu saatte yapar, yapmak bile istemeyeceği her şeyin kararını bu saatte verirdi.

Kapıdan gelen aralıktaki ışıktan uyuyan tek kişinin ben olduğumu anlamam çok zaman almadı. Sesleri bir fısıltıdan ibaret de olsa geliyordu. Ne konuştuklarını duyamasam da ne konuşamadıklarının az çok farkındaydım.

Salona girdiğim anda bana çevrilen kafalara bakınıp, birinin ses vermesini bekledim ama şaşkın şaşkın suratıma bakmaktan başka bir şey yapmadılar.

"Dilinizi mi yuttunuz?" dedim sinirli sinirli. Bu gerginlikte yeni uyanmış olmamın etkisi olduğu gibi, değiştiremediğim bu hayatın da oldukça etkisi vardı.

Tepkisizliklerine devam ederek suratıma aval aval bakmaya devam ettiler. "Çay?" dedim. Ölmüştüm, farkında mı değildim?

"Olur," dedi Ufuk.

"Harbi mi?" dedi Tuna. Şaşkınlığı bir süre daha devam edecek gibiydi. "Gerçekten çay mı içeceğiz?"

"Senin için insan kanı bulmamı ister misin?" dedim.

Suratındaki iğrenen ifadeye aldırış etmeden mutfağa gidip çay suyu koydum. Ufuk'la her şeyi çay içerek atlatabileceğimize olan inancımız değişmemiş, günbegün artmıştı. Bu yüzden Tuna'nın verdiği tepkiyi anlayabiliyordum.

Yeterince büyük kayıpları vardı.

Önce eşini, sonra kardeşini belki de bizim sayemizde anlamıştı.

Bir insanın eşi ve kardeşi gittikten sonra, zaten anne ve babası yoksa, kimi kalıyordu ki?

Kimsesiz kalmaktı bunun adı bir ölçüde.

Tuna Candan, çok erkek yaşta kimsesiz kalmıştı ve bununla baş etmeye çalışıyorsa bile kimseye yansıtmıyordu.

Nihayet çay bardaklarını önlerine koyup yerime oturduktan sonra, "Şimdi ne olacak?" dedim ortaya doğru. İkisi de kafasını yerden kaldırmadı.

Tuna, çayının kenarında duran sigara paketine büyük bir yavaşlıkla uzanıp derin bir nefes aldı. "Gitmişlere mi yakacağız?" dedi gülerek. İşaret parmağı bize işaret ederek yuvarlak çizdi. "Yoksa onlar bitmişlere mi yakacak?"

"Yenilgiyi kabul ediyor musun?" dedi gülerek Ufuk.

Kafasını hayır anlamında salladı. "Fiziki olarak tabii ki kabul etmiyorum," dedi. "Ama ruhsal olarak evet, harbi yenildim."

Gülmesini durdurmaya çalışırken, "Senin ruhsal sağlığın var mıydı?" dedi Ufuk.

Gülmemeye çalışarak, "Delilerin yok dediler," dedim.

Gözleri ikimiz arasında gelip giderken, "Siz ne çirkin bir ikilisiniz," dedi sinirli sinirli. "İnsan haklarına başvurup insanların delilikleriyle dalga geçtiğiniz için sizi içeri attıracağım. Kimseyi kötü hissettirmeye ve kalbini kırmaya hakkınız yoktur. Delilerin de kalbi vardır, herkes bunu bir kenara yazsın. Gün gelir kullanırsınız. Zira ben deliysem sizin de benden pek bir farkınız yok."

Ufuk'un kaldırdığı eline elimi vurarak gülmeye devam ettim. Çayımdan bir yudum alırken, "Biz düşman değil miydik ya?" dedim. "Ne zamandan beri hep birlikte çay içip birbirimizle dalga geçiyoruz?"

"Birlikten kuvvet, kuvvetten koca bir değişim doğar, demişler," dedi Tuna.

"Kim demiş bunu?" dedi Ufuk. Tuna'yla uğraşmaya devam ediyordu. "Ataların mı?"

Belindeki silahı Ufuk'un önüne koyarak, "Abi ne olur beni vurur musun?" dedi Tuna. "Allah aşkına beni vur, kurtar bu dertten ikimizi de. İki çift ciddi sohbet edemeyecek miyim ben? Benim heveslerim sürekli kursağımda yaşama tutunmaya mı çalışacak?"

"İçimizde yaşamaya devam eden tek şey heveslerimiz," dedim gülüşüm ağır ağır suratımda solarken. "Aman onlardan da olmayalım."

"Hazır ortam ciddileşmişken," dedi Tuna derin bir nefes vererek. "Ne yapacağız?"

"Öykü de Kaan da yok," dedi çayından bir yudum alırken Ufuk. "Nerede olabilirler?"

"Kaçsanız, birilerinden uzakta olmanız gerekse ya da saklanmak isteseniz, ilk gideceğiniz yer nere olurdu?" dedim.

Yüzyıllardır kullanılan katillerin suç mahaline geri döneceği ibaresini düşünürken bir kez daha Kaan'ın bir katil olduğu gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kaldım. Benimle geçirdiği onca günü düşündüğümde içimden inanmak gelmese de bununla baş etmenin bir yolunu bulmam gerekiyordu. Bir gün baş ettiğimi söylesem de diğer günün sabahında işler beklediğim gibi gitmiyor ve bir ağlama tufanının esiri olmaktan kaçamıyordum.

Gözlerinde bana bakarken gördüğüm sevgi, beni öldürmek istediği için oluşan bir sevgi miydi?

Öykü, onunla bir taraf mıydı yoksa gerçekten ortaklar mıydı?

"Kapıyı Öykü açmış," dedim bir anda. "Aynı tarafta oldukları için mi?"

"Kameradan baktınız mı?" dedi Tuna.

Kafamı hayır anlamında sallayarak masanın üzerinde duran telefonuma uzanıp deponun kamerasına eriştim. Saati ve günü nasıl ayarlayacağımı bilmediğim halde teknolojinin gücünden yararlanıp olay anının kamera kaydını buldum. Neden en başında aklımıza gelmemişti?

Kapatıldığı odada onu göremediğim anda Ufuk ve Tuna'nın yanına koşmuş, onun artık bizimle olmadığını haber vermek için acele etmemiştim ama kamera kaydından nerede olduğuna ya da kiminle gittiğine bakmak çok acemice gelse de kimsenin aklına gelmemişti.

"Alp nerede?" dedi etrafa bakarken Ufuk. Ayağa kalktı. "Hala uyuyor mu?"

"Hayır," dedim kamera kaydını izlerken. Önümdeki kamera kaydında Kaan elini kolunu sallayarak çıkmıyordu. Biri onu döverek, zorla çıkarıyordu. "Anlaşılan durumu bizden önce fark etmiş."

Kamera kaydının olduğu ekranı Ufuk ve Tuna'ya çevirerek şaşkınlığımın geçmesini bekledim. Kayıtta Alp, Öykü ve Kaan vardı.

YOKSUNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin