Merdivenleri büyük bir hızla çıkarak kendini üç gündür terasa kapatmış olan Ufuk'un önünde aldım soluğu. Aslında bana açılmayacağını bildiğim ama açılacağını umut etmekten başka çaremin olmadığı bir teras kapısının önünde aldım da denebilir.
Bu kapıyı açıp açmayacağı hakkında hiçbir fikrim olmamasına rağmen, ilk defa bu kez, içimde büyüttüğüm umudum yıkılmaya çok yakın değil de oldukça dik bir şekilde bekliyordu.
Beni sevdiğini anlamıştım.
Elimde pastaneden alınmış bir sürü kahvaltılıkla asansörün evimin olduğu kata gelmesini beklerken bile umudumdan hiçbir şey kaybetmeden, sevilmenin verdiği heyecanla, eve girmiştim. Sevgisinden emin olamadığım flörtümün nihayet bana açılacağını öğrenmişim gibi bir sabahtı.
Bu evden ne kadar umutsuz çıkmışsam, şimdi aynı umutsuzluğun zıddıyla, belki daha büyüğüyle buradaydım.
Aylar sonra, hatta bir yıl sonra, Ufuk için tanıdık bir heyecan duymak beni neşelendirmişti. Bu neşe, var olan heyecanımı iki katına çıkarmıştı.
Mutluydum.
Belirsizlik çukurunun en dibinde kendi halinde çırpınan bir kızdan, eşinin işe gideceği bir sabah, erken uyanmış, sporunu yaptıktan sonra eve elinde simitlerle gelmiş ve çay koymuş birine dönüşmüştüm.
İçimde hissettiğim, beni benden alan intikam duygusunun bir gramını bile hissetmek istesem dahi hissedemiyordum.
Hani dünyaya karşı büyük bir öfke duyarken, aşık olursunuz ya... Hani o aşk, sizi dünyaya teşekkür eden birine dönüştürür ya...
"Ufuk," diye bağırdım. Yerde oturuyordu. Koltuğun kenarına yaslanmış, tam kapıyı görebileceği bir hizadaydı. İki gündür içeriden hiç çıkmamış, çoğunlukla ağlamış ve dolaptaki alkolle beslenmişti. Fakat iyi gittiğini de söyleyebilirdim. Buraya bir sonraki gelişimde tüm şişelerin sıralı bir şekilde dizili olmasını beklerken, o, ben gitmeden önce açtığı bir şişeyle öylece oturup yeri izliyordu.
Gitmeden önce kapısının önüne bıraktığım yemek tepsisine eline dahi sürmemişti. Oradan çıkıp terasın hemen yanındaki tuvalete gittiğini varsayıyordum, fakat gerçekten gitmişse bile geldiği anda kendini tekrar terasa atmıştı. Aklımı başıma getirmek için girdiğini düşündüğüm bu grevin bugün bitmesini istiyordum.
Ona sarılmak, hoş geldin, demek istiyordum.
Tuna'nın bir cümlesiyle nasıl bu kadar değişik duygular içerisine girdiğimi bir türlü anlayamasam da mantığım, ilk defa kalbime kızmak ve onu durdurmak yerine sessiz kalmayı hatta belki alttan alta onu desteklemeyi seçiyordu.
Kafasını kaldırdı. Gözleri ne kadar ağladığını anlatırcasına kırmızıydı. Yanında kocaman bir peçete birikintisi vardı. Cama vurdum. "Kapıyı açman lazım," dedim yüksek sesle.
Kafasını iki yana salladı. "Kaç gün oldu?"
"Otuz," dedim.
Söylediklerine hala aynı enerjiyle cevap vermem onu gittikçe şaşırtıyordu. "Kim öldü?"
"Ne?" dedim şaşırarak.
"Tuna mı, Kaan mı?" dedi kafasını arkaya yaslayarak. "Hangisi öldü de bu kadar mutlusun?"
"Hiçbiri," dedim. Cama bir kez daha vurdum. "Hadi kapıyı aç bana."
"Ne istiyorsun?" dedi. Suratında garip bir alay vardı. "Yine nasıl bir plan kurdun?"
Kafamı iki yana salladım. "Gerçekten bu sefer planım yok," dedim dürüstçe. "Hatta bundan sonrası için hiç planım yok. Yani oturur, düşünür, yaparız. O kısım kolay kısım ama şu anda yapmamız gereken çok önemli bir şey var."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YOKSUN
Mystery / ThrillerSenden mi yoksun yoksa yok musun? Her savaşın bir kazananı olur fakat iş intikama geldiğinde... sonu kestirmek pek mümkün değil.