Tuna'nın annesinin ölüm haberini almasının üzerinden tam bir saat geçmişti. Bunun bir cinayet olduğunun, Kaan henüz kim olduğunu söylemese de farkındaydı. Kimin yaptığını bulmakta da Kaan'dan daha istikrarlı olduğu kesindi.
Bir saatin sonunda oturduğu koltuktan hışımla kalkarak kamera odasına geçti.
Annesinin evinin kamera kaydını açtı ama saatler süren mücadelesi oldukça boş geçti.
Hiçbir kanıt yoktu.
Eve Öykü giriyordu, annesiyle mutfakta oturuyorlardı. Annesi yatmaya çıkıyordu ve Öykü gidiyordu. Bütün hikaye bundan ibaretti.
Tuna, kontrolü kaybettiğini yavaş yavaş fark ediyordu. Artık ne yapması gerektiğini, işin hangi boyuta geldiğini bilmiyordu. Şüphelendiği biri vardı ama o kadar uzun zamandır sessizdi ki, şayet o yapmamışsa, ona hesap sormak ya da sadece adını zikretmek onu yuvasından çıkartacaktı. Onu, saklandığı delikten çıkarmak son istediği şeydi.
Bir evliliği vardı ve mutluydu.
Kendini ilk defa bu kadar mutlu, bu kadar huzur dolu hissediyordu.
"Kimi koruyorsun?" demişti Kaan'a.
Kaan'ın sessizliğinden çok şey çıkarmıştı. Kaan da kimi koruduğunu bilmiyordu. Birini korumasaydı, hayır, derdi. Birini koruduğu kesindi ama kimi koruduğundan haberi yoktu.
Saatler sonra sağ kolu ona bir paket geldiğini söylediğinde beklenen haberin geldiğini düşündü. Kim yaptıysa, bütün bunlara kim sebep olduysa ortaya çıkmak istiyor olmalıydı.
Gelen kocaman paketin içinden Öykü'nün bileğinden hiç çıkarmadığı künyesi ve bir kürek çıktı. İki tane de not...
1
İnsanın kendini ait hissettiği yer evidir, derler. Bilirsin.
Ya ait olmadığımız bir yere kapatılmamız gerekirse?
Ya sahip olmadığımız bir hayatı yaşıyor gibi yaparsak?
Mesela düşününce, yaşayan bir insanın bir kafese kapatılıp yaşam fonksiyonlarının kendi kendine bitmesini beklemek, onu hayattan koparmak çok canice gelmiyor mu?
Ya en sevdiğin insanı bir toprağın altına koysalardı, o toprağı kapatıp yaşam fonksiyonlarının bitmesini bekleselerdi?
Sen ne yapardın, diye düşünürken bir cevap bulamadım.
Seninle bir oyun oynamak istedim.
Öykü'yü toprağın içine bırakıp üstünü kapattım. Eğer çabuk olursan yaşamak için bir şansı olur. Fakat çabuk olmazsan, muhtemelen ölecektir. Merak etme, tabuta koyup da gömdüm ki senin onu oradan çıkarabilmek için daha çok vaktin olsun.
Adamlarının sana yardım etmesi çok acınası olurdu değil mi?
Öykü'nün olduğu yerin koordinatlarını bir çiftlik evine bıraktım. Şayet tek başına gidersen, o evin dışındaki çocuk sana verecektir. Fakat tek olmadığını düşünürse ne yazık ki vermek yerine ölümü göze alıp yok edecektir.
İyi şanslar, Tuna.
Çok hızlı bir şekilde ayağa kalkmasıyla dengesini bulamayıp yeniden oturması bir oldu Tuna'nın. Başının dönmesinin geçmesi için beklemek istedi ama o kadar vakti olduğundan emin değildi.
İkinci nottaki adresi navigasyona yazarak arabasına koştu.
"Tuna Bey, arkanızdayız," dedi adamlarından biri. Yeni sağ kolu da denebilir. En azından eskisinin ölümü üzerine bunun daha sessiz, kendi halinde olduğu ve kimseye ilişmediği söylenebilirdi.
Arabasının kapısını açarken, "Hayır," dedi keskin bir dille Tuna. "Kimse beni takip etmeyecek. Herkes evde kalsın."
Adamların şaşkın bakışları içinde ne zaman çalıştırdığını bile anlamadığı arabasının gazına yüklendi. Kapının açık olup olmadığına bakma gereği bile duymamıştı. Bir yere çarpıp ölmek onun için manasız bir hareketti.
Kalbi çok hızlı atıyordu ve korku tüm bedenini etkisi altına almıştı.
Öykü'ye bir zarar gelmesinden korktuğu kadar hiçbir şeyden korkmuyordu.
Ölmekten, yalnızlıktan, gamsızlıktan, yorgunluktan... sadece Öykü'ydü beynini kemiren. Her daim, bıkmadan, usanmadan arkasından bir adamını yollardı ve uzun bir zamandır bunu yapmayı bırakmıştı çünkü Öykü'nün artık fark ettiğini biliyordu. Neden, diye sorguladı kendini.
Cevap yoktu.
O da biliyordu ki bunu en başında yapma sebebi ona zarar gelip gelmemesi değil, Öykü'yü çok seviyor olmasına rağmen içindeki güvensizlikti. Bir noktadan sonraysa ona tüm kalbiyle güvenmeye başladığı için peşine birini takmasına gerek kalmamıştı. Öykü, Öykü'ydü işte. Her zaman kurtulmak için bir yol bulurdu.
"Çok çırpındın mı?" dedi gözleri dolu dolu. Kendi kendine konuştuğunun farkında bile değildi. "Bekle, umudum. Ne olur yaşa."
Tuna'nın umudu Öykü'ydü.
Tüm hikaye de bundan ibaretti.
Çiftlik evinin kapısının önündeki çocuğu tanıdı Tuna.
"Alp," dedi şaşkın şaşkın. Önceliği nottu, onunla konuşup ona küfür ederek vakit kaybedemezdi. "Tek geldim. Gelmeyin, dedim. Notu alabilir miyim?"
Kafasını salladı Alp. "Not yok," dedi. "Bir bilmece var."
Tuna'nın tüm vücudundaki titremeden ne kadar panik halinde olduğunu görebiliyordu Alp. İçten içe seviniyor olsa da bir tarafı da onun korkusunda kendini görüyordu. Ablasının öldüğünü söylediklerinde verdiği tepkiyi, inkarı... Tuna'dan tek farkı, Tuna'nın şu an elinden bir şey geliyor olması ya da geldiğini sanmasıydı. Alp'in ise ablasının öldüğünü söylediklerinde elinden gelen bir şey yok. Umut, onlar için oldukça eksik bir duyguydu.
Suratında bir şaşkınlık belirdi Tuna'nın. "Neymiş?"
"Bir ev varmış, sen biliyormuşsun. En güzel duyguları orada öldürmüşsün, bir canlının yaşamını durdurmuşsun ve sadece o insanı değil, evladını da sol yanından vurmuşsun. Tam o evin bahçesine gömüldü."
Tuna'nın cevabı bulması uzun sürmedi.
En güzel duygular annelik duygusu olabilirdi, bir canlı yaşamı Tuna'nın annesiydi ve sadece Tuna'nın annesini değil, Tuna'yı da öldürmüş sayılmıştı.
Evin yerini, ne yazık ki, hala hatırlıyordu.
Arabasına tekrar bindi ve gaza bastı. Gelen aramaları ısrarla reddediyordu. Kimseye bir şey söyleyip Öykü'nün canını tehlikeye atmak istemiyordu.
Tuna, ilk defa bu kadar yoğun bir şekilde korku ve panik duygusunu yaşıyordu. Bu zamana kadar hissettiği hiçbir korku duygusu şu an hissettiği şeye benzemiyordu.
Elinde kürekle evden çıkmamıştı, çıkmasına gerek yoktu. Arabanın bagajında yeteri kadar küreği vardı.
Evin önünde durup küreklerden birini eline aldı ve yeni kapatılmış, ıslak bir görünümü olan bir toprak aradı. Fakat zaten yarısı henüz kapatılmamış olan bir toprak vardı, bulması çok da zor olmadı.
Geri kalan kısmını kazdı.
Oldukça geniş kazılmış toprağa baktı. Tabutun yanında rahatça ayakta durabileceği bir boşluk daha vardı.
Derin bir nefes aldı, korkusuyla yüzleşmek için bir adım attı ve tabutu açtı.
Boştu.
"Kardeşim çok erken geldin be," dedi bir ses arkasından. "Daha toprağı kapatamamıştık."
Arkası dönmesi için vakit yoktu. Adını sadece zihninden geçirdiği, anmaktan kaçındığı Ufuk Yenilmez çoktan boynuna bir iğne saplamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YOKSUN
Mystery / ThrillerSenden mi yoksun yoksa yok musun? Her savaşın bir kazananı olur fakat iş intikama geldiğinde... sonu kestirmek pek mümkün değil.