16. Bölüm: Tuna Candan

17 5 0
                                    

Herkes doğru insanı bulmak ister, yanılmamak için. Oysa kimse uğraşmaz, doğru insan olmak için.

Sigmon Freud

Tuna Candan, doğru insanı bulduğunda 18 yaşındaydı. Yaşların en güzeliydi onun için. Artık sahte kimlik kullanmasına gerek yoktu. Zaten ev halkı içerisinde yaptıklarına kızılabilen bir yapısı olmadığı için devletin gözünde nasıl gözüktüğüne dikkat etmesi gerekmişti o yaşına kadar ve başarmış gibi duruyordu.

Sicili oldukça temizdi.

İlk tanıdığında, Öykü Derecik, oldukça kendi halinde, en büyük korkusu yalnız ölmek olan, bir kitapçıda çalışarak hayatını sonsuza kadar sürdürebileceğine inanan biriydi. Tuna'yla ilk göz göze geldiğinde ondan bir elektrik aldığı doğruydu ama bu işin evliliğe kadar uzanacağını tahmin etmemişti. İlerleyen zamanda bunun hayalini kurmak onu çok keyiflendirse de ne evlilik için doğru kişi Tuna'ydı ne de Öykü'nün yapısı evlilik gibi bir kurum için uygundu.

O, biraz daha başıboş olmalıydı. Kimseye hesap vermemeli, her daim kendi başına, anlık hareket edebilmeliydi. En azından o anda öyle biri olduğunu düşünüyordu.

Tuna'nın korumacılığı, bu işi korkunç bir hale getirmeden önce uzun bir süre her şey çok yolundaydı. Fakat sonra iş biraz çığırından çıkmaya başladı. Öykü, hiç dayak yemedi, saçının teline dahi dokunulmadı -ki Tuna gibi biriyle sevgili olmak bütün bunları göze almak anlamına geliyordu. Lakin Öykü haricindeki herkes, yanına yaklaşan dişi sinek bile, Tuna'nın öfkesinden ve korumacılık adını verdiği egosundan nasibini aldı.

Çok daha ileriki zamanda, artık ayrılmaları gereken noktadaysa, artık Öykü ve Tuna ayrılamıyordu çünkü Öykü, bu korumacı tavra o kadar alışmıştı ki, insanların başka insanlara kibar yaklaşımı oldukça gözüne batıyordu. Artık hayalindeki insan herkese sinirli ama kendine çok kibar biri olmalıydı.

Tuna, ilk defa, istemeden birini öldürdüğünde 13 yaşındaydı. Babasına defalarca, ben yapmadım, dedi. Fakat babası, oğluna inanmak yerine olayın üstünü örtmekle vakit kaybetti.

O yaşında bile aslında babasının ona inanmadığını, kendi oğlunun doğuştan bir katil olduğunu düşündüğünü biliyordu.

Herkes Tuna hakkında, zaten çok asi bir çocuktu, diye söyleniyordu evde. Bir noktadan sonra doğruyu da söylese yalan da söylese kimse inanmadığı için ne söylediğinin kendi içinde de pek bir önemi kalmadı -ne yazık ki ne yaptığının da.

İpleri eline aldı. Başkalarının yaşama hakkını da kendi eline alabileceğini düşündü, hatta aldı da. Yeter ki bizden uzak olsun, mantığıyla büyütülen bir çocuk ne kadar hırçınlaşabilirse o kadar hırçınlaştı. Ailesinin kimi sevdiğini ya da kimi ondan fazla sevdiğini düşünüyorsa hepsini teker teker yok etti. Arkasında duran insanlar da vardı tabi. Onun bu hırçınlığından yararlanmaya çalışan, onu "baba" gibi gösterip bir piyon gibi kullanan insanlar, elbet olacaktı. Fakat kimse buna cesaret edemeden cesaret edebilen kişi Öykü'nün babası oldu. Oğlanın zaten kızıyla evlenmek istediğini biliyordu. Yanında güçlü, sırtından bıçaklamayacak bir insana ihtiyacı vardı.

Tuna'nın zayıf noktası, henüz Öykü değildi.

Sevgiydi.

Ona kurulan güzel tek bir cümle için dünyaları yakma potansiyeli vardı.

Öykü'nün babası da tam olarak bunu kullanarak, aile olarak onu ne kadar sevdiklerini hissettirdi ve en güçlü adamını böylece kazanmış oldu. Kızının zarar görüp görmemesi, onunla evlenmek isteyip istememesi o kadar da gözüne batmıyordu. Çünkü Öykü, aslında çok asi biri olmasa da onların ailesi göz önünde bulundurulduğunda oldukça asi biriydi. Bir kere kitaplara aşıktı. Ayrıca bunca zenginlik içerisinde bir kitapçı da çalışmasına kimsenin aklı, bugün bile, ermiyordu.

YOKSUNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin