"Karanlık karanlığı kovamaz; bunu sadece ışık yapabilir. Nefret nefreti kovamaz; bunu sadece sevgi yapabilir. Nefret nefreti getirir, şiddet şiddeti getirir ve zorluk zorluğu getirir, yıkımın dibe batan döngüsünde. Kötülüğün zincir reaksiyonu -nefretin nefret getirmesi, savaşların daha çok savaşlar getirmesi- bir an evvel kırılmalıdır, yoksa hepimiz yok oluşun karanlık boşluğuna saplanacağız."
Dr. Martin Luther King Jr.
Bir nefret kazanı oluşturdum ama içimdeki tüm nefreti oraya boşaltmak yerine içine düştüm.
Ağır ağır nefrete dönüştüm.
Büyük bir yapboz vardı önümde ve parçalarını birleştirmem gerekiyordu ama nereden başlamam gerektiğini bilmiyordum. En kenarlardan başlarsam işim kolaylaşır diye düşündüm ama hemen bitsin istiyordum, acele ediyordum.
En büyük zaferler, sabrın getirdiği zaferlerdi ama henüz göremiyordum.
İnşa ettiğim kocaman duvarların içinde ağır ağır ölmektense her şeyi hızlıca halledip yarattığım, ellerimle hazırladığım, içimdeki canavarı ortadan kaldırmak istiyordum. O gün geldiğinde içimdeki canavar gitmeyi, yok olmayı seçmeyecekti ve ben ölmesi gereken olacaktım. Yoksa bu intikam savaşı hiç bitmeyecekti.
Nefret nefreti doğurmaya devam edecekti.
Benim intikamım bitmiş olacaktı ama bu sefer de birileri benden intikam almak için geleceği günü sabırla bekleyecekti. Sabır güzeldi ama intikamla gelen sabrın sonu hep kötüydü.
Bu hikâyenin sonunda ne istediğimi çok bilemesem de neyi istemediğimi bilecek hale gelmiştim.
Bu hikâyenin sonunda biraz daha sabır çalıştırarak insanların beni öldürmeye geleceği zamanı beklemek bir sabrım kalacağını düşünmüyordum. Hem zaten insan nasıl kendi ölümünü bekleyebilirdi?
Deliriyor muydum yoksa zaten deli miydim?
Kendimi role fazla mı kaptırmıştım yoksa aslında ortada bir rol yok muydu?
Bunu siz yaptınız, diye çığlık atmak isteyen bedenim yalnızca elim klavyenin üstündeyken ya da kalem tutarken susmanın en güzel halini deneyimliyordu. Çok uzun bir süre insanlarla sohbet etmek istedim. Çok arkadaş canlısı biri değildim. İstesem deli gibi arkadaş edinebilirdim ama insanların beni sevip sevmediğine fazla kafayı takan yapım arkadaş canlısı yanımla pek anlaşamıyordu.
Zaman ilerledikçe sevdiğimi düşündüğüm, anlaşabildiğimi varsaydığım birkaç arkadaşım oldu ama o noktada da ortam yoktu. Hep görüşmek ve hep konuşmak taraftarı olmaktan bir türlü çıkamadım. Sevilip sevilmediğimi bile önemsemediğim zamanlar oldu. İnsanlar, nasıl bir çukura düştüğümü görsün ve bir şey yapsın istedim.
Ben iki dizimin üzerine düşüp "Bir şey yapın," diye bağırmadan bir şey yapsın.
Ben insanların karşısına geçip "Bana ne yaptınız?" diye işaret parmağımı kaldırmadan önce bir şey yapsın.
O noktada da hayat benim planlarımı görmezden gelerek plan yapmaya devam etti. Anlayanlar, anladıkları noktalar oldu ama karşınızdaki insanın anlattığı kadar bilebilirdiniz hayatı. Kimse daha fazlasını sorgulamadı. Benim anlattığımı dinledi, benim anlattığım kadarıyla bilerek sadece o kısım üzerinden bir şeyler konuştu. Şimdi böyle söyleyince insan, en azından dinlendim, diyor ama o zaman öyle gelmiyordu. En azından dinlenmek diye bir kavram benim için hiç olmamıştı. Ben hep ayrıntılara takılan, garip ayrıntılarda bazen kendini de başkalarını da boğan bir yapıya sahip biriydim. İnsanların anlatamadığı, anlatmaktan çekindiği kısmı irdelemekten gocunmaz, daha fazlasını duymak için tüm kozları kullanmaktan çekinmezdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YOKSUN
Mystery / ThrillerSenden mi yoksun yoksa yok musun? Her savaşın bir kazananı olur fakat iş intikama geldiğinde... sonu kestirmek pek mümkün değil.