Savaşların en büyüğü kendimizle olandır, diye başlardım bir kitap yazıyor olsam. Çünkü bir okurun ilk fark etmesi gereken şey, kitap ne hakkında savaş içeriyor olursa olsun, kahramanın kendi içinde verdiği mücadelenin en büyük savaş olduğudur.
Giriş kısmı gizemli bırakılır ama çoğunlukla kahramanın ne söylemek istediğiyle ya da savaşıyla ilgilidir. Kitabın neredeyse tamamında giriş kısmında verilen savaş hakkında konuşulur.
İnsanların birbirine girmesi, kavga etmesi, öfkelenmesi ya da çok mutlu olmasının altında bile kahramanın savaşları yatar.
Hiç bitmeyecek bir savaşı anlatmak mı daha zordur, o savaşı bitirmek için mücadele vermek mi?
Ufuk Yenilmez'i kendine yenildiği bir günde tanıdım. Bir hastanenin bahçesinde sigara içiyordu. Tek bir noktaya odaklanmış bakıyordu ama baktığı yerde ne olduğunu görüyor muydu, bilmiyorum.
Aylardan kasımdı.
Hava bulutluydu, yağmur yağmak ile yağmamak arasında bir seçim yapmaya çalışıyordu ama insanlar çoktan korkup şemsiyelerini yanlarına almıştı. Artık onun verdiği kararın pek bir önemi yoktu.
Bense yanıma şemsiye alamayacak kadar tükenmiş hissettiğim bir gün etrafta çakmak arıyordum. Sigara kullanmıyordum ama bu, gözleri ağlamaktan kızarmış, onu hastanenin koridorunda gördüğümde bile sesi çıkmayan adamın ne derdi olduğunu oldukça merak ediyordum.
Henüz kendi dertlerimi göremeyecek kadar toydum hayat karşısında. En büyük derdin yaz ayında sinüzit olmak olduğunu sandığım bir yaştaydım. Oysa, benden çok büyük durmamasına rağmen en büyük dertle tanışmış gibi duruyordu.
Erkekler ağlamaz tabusunu kırmış, bir hastane koridorunda, iki dizinin üzerine çöküp hıçkıra hıçkıra ağlamış ama ona soru soran ya da yardımcı olmaya çalışan insanlara tek kelime dahi etmeden kapının önüne atmıştı kendini.
En büyük derdin sinüzit olmak olmadığını onunla tanıştıktan sonra anlayacağımı bilseydim de yine onunla tanışmak için o hastane koridorunda peşinde sürüklenirdim. Fakat yaşanacakları o bilseydi, muhtemelen o hastanenin kenarından köşesinden bile geçmezdi.
Çok temkinli bir tavırla yaklaştım ve yanına oturdum. Tepki vermedi. Ne kadar zaman orada oturdum ve ona bir şey söylemek için cesaret bekledim kendimden çok da emin olmadığım bir süre zarfından sonra kafasını usulca bana çevirdi.
Hastane koridorunda başladığından bihaber olduğu hikayemizi farklı bir boyuta taşıyacak bir cümle kurdu.
"Güzel kokuyorsun."
Sadece iki kelime...
Hayatımda aldığım en güzel iltifat olmadı ama bir daha hiçbir iltifat beni o kadar da mutlu edemedi.
Ona kocaman bir gülümseme verdim. "Çakmağın var mı?"
"Sigara kullanmıyorsun ki," dedi üzerime bakınarak.
Nereden anladığını düşündüğüm sırada ellerimin boşluğunu fark ettim. Çakmaktan önce sigara istemem gerekiyordu ama aklıma gelen tek ve ilk şey buydu, saçma bir çakmak.
Planlı hareket etmemiştim, aniden beliren bir cesaret ve anlık heyecanla teşekkür etmek yerine ona saçma bir soruyla karşılık vermiştim.
Gözünden kendini bırakan bir damla yaş, kenarı kıvrılan dudağına süzüldü. Suratında bir tebessüm oluşturabilmenin verdiği toy sevinç beni güldürdü. Tam o an, asla inanmadığım ilk görüşte aşkın, ilk gülüşte olabileceğine karar verdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YOKSUN
Mystery / ThrillerSenden mi yoksun yoksa yok musun? Her savaşın bir kazananı olur fakat iş intikama geldiğinde... sonu kestirmek pek mümkün değil.