Kütüphanenin önünde bağdaş kurmuş, büyük bir dikkatle elindeki kitabı inceleyen Öykü'ye baktım. Aynı evde kalışımızın sayamadığım kadar fazla olan günlerinden birinin gecesinde, uyku tutmadığı için evde her şey yolunda mı kontrol ederken, ışığı açık çalışma lambası ayaklarımı buraya getiren etken olmuştu.
Büyük bir dikkatle kitabı okuyor, sayfalarını özenle çeviriyordu. Aralık kapıdan kafasındaki özensiz gözüken ama şık duran topuzu görebiliyordum.
Bu sahne bana Derin'i hatırlattığı için canımı yaksa da bir daha göremeyecek olduğum Derin'den parçalar gördüğüm yerler de beni mutlu etmeye yetiyordu.
"Ne okuyorsun?" dedim etrafta saat arayarak. Fakat yoktu. Derin'in evinde bir saat bulmak oldukça zordu.
Gözyaşlarını elinin tersiyle silerek bana doğru döndü. "Uyuyakaldın," dedi sanki fark etmemişim gibi. Konuyu değiştirmeye çalıştığını anlamak çok zor değildi. "Ben de yorgunsundur diye uyandırmak istemedim. Bu saatten sonra da araba kullanmak tehlikeli olabilir. Kardeşimin yatağında yatabilirsin. Şehir dışında olduğu için gelmeyecek zaten. Yatak da kendini güvende hisseder."
"Ne okuyorsun demeden önce neden ağlıyorsun demem gerekiyor galiba?" dedim kütüphanesinin karşısındaki koltuğa otururken.
Yerde bağdaş kurmuş bir şekilde oturuyordu, kafasında özensiz gözüken ama şık duran bir topuz vardı. Altında şort olmasına rağmen giydiği uzun hırkayı bacaklarını örtmek için kullanmıştı. Halının bacağını acıtıp acıtmadığını merak etsem de sessiz kaldım. Neden ağladığını, neresinin acıdığından daha çok merak ediyordum. Ki tahminlerimde yanılmıyorsam bacağından daha çok acıyan bir bölge vardı vücudunda. Kalbi, bacağından ya da vücudundaki herhangi bir noktadan daha fazla acıyor gibi duruyordu suratına baktığımda.
Kitabı kalbine yasladı. "Öldü," dedi gittikçe kısılan sesiyle. "Nasıl olabilir kalbim almıyor."
Ne desem bilemedim ilk an. Bir kitap karakteri öldüğü için bu kadar ağladığını düşünmemiştim. Ben geldiğimde tek tük düşen gözyaşları, art arda bırakmaya başladı kendini. Benim yanımda da ağlayabildiği için gururlansam da üzülmeden edemedim.
"Nasıl öldü?"
Kafasını iki yana salladı. "Ölmemesi gerekiyordu," dedi. "Onu seven çok insan vardı."
"Eğer birini seven çok insan varsa ölmemeli mi?"
Yüzünü bana dönerek oturmaya devam etti. Sırtını kütüphanenin raflarına dayadı. "Hayır," dedi. "Onunla alakası yok. Ama bir düşünsene, o öldüğü için bedenen olmasa da ruhen ölen insan sayısı çok olacak. İnsanlar uzun bir süre o ölmemiş gibi yaparak, öldüğünü inkâr ederek hayatlarını sürecek. Birbirlerine destek olmak isteyecekler ama olamayacaklar. Hepsinin acısı aynı çünkü. Destek olayım derken aynı yarayı kanatıp duracaklar. Beni kimse sevmesin isterdim."
"Neden?"
Elinin tersiyle gözyaşlarını sildi. "Çünkü kimse üzülmezse gitmesi daha kolay olur. Eğer birinin üzüleceğini düşünüyorsan, gidemezsin. En azından gitmek istemezsin. Ölürken birine lütfen beni alma falan gibi şeyler söylemiyoruzdur muhtemelen. Ama hayatında kimse yoksa, yalnızsan, ölümü düşünmek de daha kolay. En azından annen baban bile senin arkanda değilse, seni sevmediklerini düşünüyorsan, bir şekilde... bilmiyorum çok mutsuzum şu an ve muhtemelen mantıklı düşünmüyorum. Ama o öldü ve arkasında onu seven bir sürü insan bıraktı. Ölene bir şey olmuyor neticede. Ölen ölmüş oluyor, ne yazık ki yaşayanlar hep bu acıyla hayatlarına devam ediyorlar. Bu acı da tırnak kırılması ya da kolunu vurmak falan gibi bir şey değil. Kolunu vuruyorsun, morarıyor. Acımıyor ama izi kalıyor. Ölüm olunca işin içinde bitmeyen bir acı. Sadece alışabiliyor insan. Morluk gibi... onun orada olduğunu biliyorsun ama eskisi gibi her gün geçmiş mi diye bakmıyorsun artık. İnsanlar koluna ne oldu derse hatırlıyorsun ne olduğunu söylüyorsun, o kadar."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YOKSUN
Mystery / ThrillerSenden mi yoksun yoksa yok musun? Her savaşın bir kazananı olur fakat iş intikama geldiğinde... sonu kestirmek pek mümkün değil.