28

13.5K 1.6K 428
                                    

Haiiii, ben geldiiim güzelliklerim. Dear Farmer bebeğimi özlemişim aww, 28 bölüme ne ara geldik diye sorguluyorum vay canına. Zaman çabuk geçiyor cidden. Huh, bu bölüm çok tatlımsı ve soft bir bölüm oldu ehehe <3

Umarım seversiniz. Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Yazım yanlışlarım varsa affoluna, keyifli okumalar dilerim lokumlarım! Xx

**

"Ama... Ama kral ceza olarak sizi kırbaçlamış..." diye mırıldandığımda sıkıntıyla ofladı.

"Sorun yok güzelim, seni görünce geçti. En büyük ilacım yanıma geldi."

Dudaklarıma özlem dolu uzun soluklu, sulu bir öpücük bıraktıktan sonra dudaklarımızı ıslak bir sesle ayırdı.

"Buraya gelerek beni o kadar mutlu ettin ki, bilemezsin güzelim." dedi tenime sıcak ve keskin nefesleri eşliğinde fısıltısını bıraktı. Soluklarımız birbirine karışırken aralık dudaklarımı yavaşça birbirine bastırdım.

"Prens Jin, ilaç kabul etmediğinizi söyledi." diye fısıldadığımda burnunun ucunu burnuma sürterek beni onayladığına dair homurtular çıkarttı.

"Öfkeliydim güzelim, çok öfkeliydim." dedi ağır ağır, gözleri gözlerime kilitlendi.

Gözlerim dolu dolu olurken görüş alanım usulca buğulandı. "Benim yü-yüzümden cezalandır-cezalandırıldınız..."

"Şşşhhh hayır hayır, senin yüzünden değil? Seni kendim bırakmak istemedim, bu benim tercihimdi. Kendini suçlu hissetme." dedi tek eli bel boşluğumdan ayrılarak işaret parmağının dudaklarıma bastırdı.

"Ama canınız acıdı..." Kelimeler dudaklarımdan kesik kesik nefeslerim eşliğinde dökülürken hıçkırdım. "Oh siktir, ağlama. Sen ağlayınca canım daha çok acıyor." dedi ve parmak boğumlarıyla kirpik diplerimden firar eden gözyaşlarımın yolunu kesti.

"Bir kaç kırbaç darbesi, büyütülecek bir durum değil, endişelenme güzelim." dedi ve gözyaşlarımı silmek için ellerini yüzümde tutmaya devam ederken, kuvvetle muhtemel kıpkırmızı kesilen burnuma minik bir buse kondurdu.

Prens Jin yürüyemeyecek hale geldiğini ve odadan çıkmadığını, bununla birlikte kimseyi de odaya almadığını, ilaç dahi kabul etmediğini belirtmişti.

Şimdi sırf ben endişelenmeyeyim ve kendimi suçlayıp kötü hissetmeyeyim diye olayı basit bir durummuş gibi lanse etmeye çalışıyor, üstünü kapatıyordu.

"Odanızda merhem var mı?" diye sorduğumda tek elini tenimden ayırarak ensesini sıvazladı. Dudaklarına ufak bir gülümseme asıldı.

"En son beni vurduğun zaman hemşire noonanın verdiği merhemden vardı. Ama onu da kullanmadım." dediğinde iki yanımda tuttuğum ellerimi göğsüne doğru uzattım.

Avuçlarımla kıyafetleri üzerinden tenine temas ettim. "Ben sürebilirim." dedim gözlerinin içine baka baka.

"Gerek yok güzelim, gel oturalım, ayakta kaldın çok." dedi ve elimden tutup parmaklarımızı birbirine kenetledikten sonra dönüp temkinli adımlarla ilerlemeye başladı.

Yüzünü benden saklamaya çalışsa da, dişlerini sıkıp yüzünü buruşturarak zorla yürümeye çalıştığını fark etmem kaçınılmaz oldu.

Her bir adımında tek bacağı biraz tekliyordu. Topallayarak yürüyor olduğunu bana çaktırmamaya çalışarak duruşunu dikleştirse de başarılı olamadı.

Koltuğun başına geldiğinde elimi serbest bıraktı ve oturmam için eliyle işaret verdi.

Masanın üstünde köşede duran küçük cam kavanoz gözüme çarptı. İçerisinde merhem olmalıydı.

DEAR FARMER • TAEKOOK ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin