Sanlı'nın o gece öylece konuşup beni düşüncelerimle yalnız bırakarak gitmesinin üzerinden tam bir hafta geçmişti. O gittikten sonra yatağa oturup çok uzun süre duvarı izlemiştim, ne düşünmem gerektiğini bile bilmiyordum. Ona güvenmeyi, onunla olmayı her şeyden çok isterken beni tekrar mahvetmesinden de deli gibi korkuyordum. Aşk bu kadar karmaşık mıydı?
Kerem'in yanında ki sekreterlik işi de iyi gidiyordu en azından kafamı dağıtmaya yetiyordu. Sera da aç kalmayacağımız için ayrı bir mutluydu zaten. Olanları anlatmıştım o da zaten bildiğini ve Sanlı'yla birlikte planladıklarını söyleyerek beni şaşırtmıştı.
Sanlı'nın aldığı hediye ise hala yatağımın üzerinde açılmayı bekliyordu. Elim her gittiğinde açamayıp kutuyu yerine bırakıyordum. Kafamı allak bullak edip ortadan kaybolmuştu, bir haftadır hiçbir yerde yoktu. Ne sosyal medya hesaplarında aktifti ne de bir yerlerde görünüyordu. Konser videolarında bile resmen yok olmuştu. Anıl'ı her gördüğümde ne kadar sormak istesem de kendimi tutup susuyordum.
Şimdi ise yine onun aldığı hediyeyle bakışarak yatağımda oturup duruyordum. Sera kapıyı çalmadan odaya girerek beni yerimden zıplattığında sinirle ona baktım.
'Aç artık şu hediyeyi ya ben doğurdum sen hala buna bakıyorsun.' Haklıydı. Gerçi daha doğurmasına 6-7 ay vardı ama olsun. Yanıma oturup omzuma sarıldığında derin bir iç çektim.
'Acıktın dimi?'
'Acıkmadım ben ama yeğenin acıktı Güneş. Pizza yapsana.' Gülerek onu onaylayarak odadan kovaladığımda ani bir kararla arkamı dönüp hediye paketini özenle açtım. Yatağa kendimi bırakıp kutuyu açtığımda içinden Mor ve Ötesi - Yağmur Teşekkürler özel albüm ve ucunda küçük bir bulut olan gümüş kolye vardı. Farkında olmadan gözümden akan yaş o kolyenin üzerine düştüğünde derin bir nefes aldım.
Hızla ayağa kalkıp pijamamın üzerine deri ceketimi geçirerek kolyeyi avucumun içine sıkıştırdım. Koşarak evden çıktığım Sera arkamdan bir şeyler söyledi ama duymadım. Hava buz gibiydi, sonbahar bile yaşanmadan kış gelmişti İstanbul'a. Koşarak Sanlı'nın evine giderken ne soğuk ne bana tip tip bakanlar umrumda değildi. Sadece ona varmak istiyordum. Koşabildiğim kadar hızlı koşarak evine vardığımda sanki polis baskını gibi kapıyı yumrukla çaldım. Nefes nefeseydim ama hiçbir şey önemli değildi artık. Yanacaksam yanayım.
Kapıyı endişeyle açan uykulu gözlere gülümsedim. Elimde hayatımın en önemli şeyini tutar gibi sıktığım kolyeyi ona uzatarak konuştum. 'Kolyemi takar mısın?' Dişlerini göstererek kocaman gülümsediğinde beni sıkıca kendine çekip sarıldı. Onu, temasını ve kokusunu o kadar çok özlemiştim ki sıkıca sarıldım. Kollarının arasında kaybolmak istiyordum. Beni sıkıca sararak kapıdan içeri çekti ve kapıyı ayağıyla kapadı. Boynuma bir öpücük kondurduğunda gülümseyerek sarılmayı bırakmadan yüzüne baktım.
'Güneş'im ben senin aydınlığında ki bu kara bulut olmaya razıyım beni hayatında tutar mısın?' Konuşmayı bırakıp kabul ettiğimi anlaması için hızla çenesinden öptüğümde gözlerini kapatarak iç çekti. Özlemden ölen tek ben değilmişim. Yavaşça geri çekilip sarılmayı sonlandırdığımda kaşlarını çattı.
'Ben sana güveniyorum Sanlı.' Kolyeyi ona uzattığımda arkama geçip kolyeyi boynuma taktı, başka bir şey de söylememize gerek kalmamıştı. Elimden tutarak beni odasına götürdüğünde yatağa oturup beni kucağına doğru çekti. Dizine oturup omzuna sarıldığımda bir eliyle belimi sarıp okşarken diğer eliyle yanağımı okşayarak gözlerime bakıyordu.
Uzun uzun gözlerine dalmayı ne kadar istesem de konuşmamız gerekiyordu. İstemesem de gözlerimizi kaçırmadan 'Galiba konuşmamız lazım.' Dediğimde yanağımda ki eli dudaklarımı buldu ve beni susturdu.
'Gerek yok güzelim. Sadece yanımda ol yeter.' Dudaklarımın üzerinde ki elini tutup çekerek hızla dudaklarımızı birleştirdim. Özlemle birbirimizin dudaklarını öperken gözlerim kapandı. Belimi okşayan eli öpüşmenin derinleşmesiyle beni iyice kendine bastırırken dudaklarına dişlerimi geçirdim. Boğazından mırıltılar yükselirken omzunda ki elimi saçlarının arasına daldırdım. Saçlarını okşarken öpüşmeyi durdurmazsam daha da ileri gideceğimizi bildiğim için yavaşça geri çekildim. Dudaklarını büzerek bana özlemle bakarken iç çekti.
'Uyur musun benimle?' Masumca sorduğu soruya gülümsedim. İstersen ömrümü de ateşe verebilirsin yakışıklım ya. Başımı sallayarak yanağından öptüm ve kucağından kalktım.
'Ama bana giyecek bir şeyler verirsin herhalde. Biraz yağmur atıştırıyordu.'
'Belli zaten buz gibiydin geldiğinde.' Yerinden kalkıp dolabından bana sweat çıkartırken yalandan kızarak söylendi. Gülümseyerek yanağından öpüp sweati alarak banyoya gitmek için hazırlanırken kolumdan tutup kendine çekti.
'Nereye?'
'Giyinmeye.' Başını olumsuz anlamda sallayarak kolumu sıkıca tutmaya devam etti.
'Yok ben seni artık yanımdan asla ayırmam.' Gülümseyerek omzundan ısırdım.
'Giyinip gelirim üç saniye.' Kolumu kurtarıp koşarak giyinip geri geldiğimde kapının kenarında beni bekliyordu. Odaya girdiğim gibi belime sarılıp yatağa doğru yürüdük.
'Penguen miyiz biz?' Kahkaha atarak elinin üstünü okşadığımda birlikte yatağa uzandık. Gözlerini benimkilere dikerek saçlarımı okşuyordu.
'Seni çok seviyorum Güneş. Özür dilerim.' Daha fazla konuşmaması için dudağının kenarına masum bir öpücük kondurdum.
Gözlerimi kapatarak göğsüne sokulduğumda beni sıkıca sardı. Kokusunda sarhoş olmayı o kadar çok özlemiştim ki anlatmaya kelimeler yetmezdi. İçimde ki o boşluk hissi onun varlığıyla yok oluyordu. Ben de onun kollarında sanki can buluyordum. Mutluluğumuzun hiçbir şekilde bozulmaması için elimden ne gelirse yapmaya hazırdım.
