Bölüm 37 : Yıllar

36 4 0
                                    

Mahzenden elimiz boş çıktık. Yine, bilmediğim bir şehirde, elim kolum bağlı şekilde, acınası bir halde dolanıp duruyorum. At arabamız yok. Kimseyi ailesine kavuşturamadık ve üstüne epey de hırpalandık. Bütün şansım ellerimden kaymış gibi hissediyorum. Şimdiye kadar beni sarıp sarmalayan altın hüzme, sanıyorum ki yavaş yavaş beni terk ediyor. O da haklı, sonuçta oldukça sevilmez bir şerefsizim.

Yıkıntıların arasından kendimize bir yol ararken, aklımdan geçen tek şey yukarıda daha fazla pirinç topu olup olmadığıydı. Yizla'nın sıvıştığı yeri, dolayısıyla da işkence merkezini ekibime gösterdiğimde -her ne kadar içimden ekip demek gelmese de- tepkileri beklediğimden çok daha 'sıradandı'. Sanıyorum ki hepsi de, benim aksime, cinayetler ve kaçırılmalar dışında işkencelere de şahitlik etmişlerdi. Diğerlerinin aksine Kieran, sadık bir 'adamın' kişiliğine ve sürekli beni şaşırtan sosyal hünerlere -ya da artık her neyse- sahipti. Mahzeni ilk gördüğünde yüzünde beliren dehşete düşmüş ifade kısa sürede yok olup gitmiş olsa da içinde verdiği savaşa ne kadar yoğun duyguların eşlik ettiğini iki metre gerisinden bile hissedebiliyordum. Çürümeye başlamış et ve kokuşmuş iltihap kokan, harap olmuş mahzenden çıkmayı denerken hayatları için yalvaran esirleri elimden geldiğinde yok saydım. Onları görmezden geldim, kiminin suratına yumruğumu geçirdim ve elimin onların pis kanıyla kaplanmasına izin verdim. Şimdiye kadar hayatta kalmak için onlarca şey yaptım, öyle değil mi? Bu halde olmaları, kesinlikle benim suçum değil. Hem, kaç tanesini kurtarabilirim ki?

Heliks ve Kragar sakin olmayı deniyordu. Aslına bakarsanız bunu başarıyorlardı da. Saçma sapan bir yerde sıfır başarıyla, onca şeyden sonra hayatta olmalarını saymazsak, eve dönmek için çaresizce aranıyorlardı. Görevlerinde başarısız olmuşlardı ancak sanki bu onların asıl sorunu değildi. İkisi de birbirinden endişeliydi ancak huylarındaki ani değişimler canımı sıkmaya başlıyordu. Oldukça rahatlardı, bir o kadar da aceleci. Belki de bu şehirde gözükmek istemiyorlardı. Ya da belki beni bir köşeye atıp gideceklerdi. Her ne olursa olsun, hazırım. Kendine iblis deyip duran bir kara buluta sahibim ve cebimdeki büyü topları hepsini tepelemeye yeter de artar. Kutsa beni şans ana!

***

Price, yanında tıknaz denebilecek bir arabacı ve iki elfle yeryüzüne yeniden çıkarken, derin bir soluk aldı. Mahzenden çıkmak için dahi binlerce acı çekmek durumuna düşmüş, onlardan yardım dilenmek için üzerlerine sülük gibi yapışan esirlerden kurtulmak zorunda kalmışlardı. Bu nedenle de her ne kadar ekibi tasvip etmiyor olsa da bu 'yoldan çekme' girişimine kendi istekleriyle devam ettiler. Yol kısalsa da zaman kısalmadı, malikanenin yorgun ışığı mahzen çıkışında parlarken rüzgâr ekibimizi öfkeyle karşıladı. Sanki bütün atmosfer Rüzgârın Nefesini kaybettikleri için onlara kızgındı. Tüyler ürperten ve onlar için çok anlamlı olan bir sessizliğin ardından, malikanenin büyük kapısından çıkan bir asker görüldü. Nispeten şık giyimli, aşağıda savaşanların aksine görece daha kısa ve savaşa katılmadığı söylenebilecek kadar temiz kıyafetliydi. İlk defa gördükleri bu adam karşısında kaşları çatılan ve silahlarına davranan dörtlünün tepkisi, adamın kendini tanıtmasıyla beraber sona erdi.

"Selamlar, efendiler. Hanedeki başarınızı kutlarım." dedi hafifçe eğilerek. Bir soyluya yakışır üslubu Price'ın gözünden kaçmamıştı. Yukardan aşağıya nezaketle indirdiği sağ eline, yavaşça geriye çekilen sol ayağı eşlik etmişti. Acaba ileride ondan da böyle şatafatlı hareketler beklerler miydi?

"Sen de kimsin be adam? Nereden çıktın da geldin böyle?" diye sordu Kragar buz gibi bir sesle. Belki de daha fazla bela istemediği içindi bu ses tonu.
Asker reveransına beklemeden devam etti. Yüzünde hafif bir gülümseme belirirken kelimeler ağzından tane tane döküldü. "Bendeniz Zach Widewood. Mavidüş lordunun koruması, Wakefield ailesindeki gizli el, hizmetinizdeyim."

Hilebaz - Ejderdişi DiyarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin