Bölüm 41 Ayazalmaz Mağaraları

26 2 0
                                    

Size, Mavidüş'te yaşadığım şeylerden bahsetmezsem eğer, gerçekten kötü hissedeceğim. Ara sıra yazdığım notlarım size hayatım hakkında ne anlatıyor, beni tanımanızı ne kadar sağlıyor inanın bilmiyorum ama eğer bir nebze olsun size yaşadıklarımı aktarabiliyorsam, ne mutlu bana.

Yaratıcı bir isme sahip olan kralın huzuruna çıktığımız zaman işlerin boktan bir hal alacağını düşünürken bulmuştum kendimi. Yani, hani uslu adam karşısına çıkan ve 'size bilgi verebilirim' diyen rastgele bir herifin peşinden giderdi ki? Bizimki biraz daha 'tükenmişlik' sendromuydu. Başımıza o an için daha kötü bir olay gelemeyeceğini düşünüyorduk, yani muhtemelen. Şahsen, olaylar o kadar seri gerçekleşiyordu ki ben yaşarmış gözlerle etrafıma bakmaya çalışırken sanki binlerce kuş aynı anda kafama pisliyordu. Ne güzel örnekledim, değil mi? Bu konuda çok yetenekliyimdir.

Bize bir süre şehirde dolaşma izni verdiklerinde şaşırmıştım. Gerçekten, bizi alıkoyacaklarını ve bu göreve zorla götüreceklerini düşünüyordum ama yanılmışım. Yani, kısmen. Hala istemediğim bir göreve çıkmak zorundayım ve neden kabul ettik hiçbir fikrim yok. Belki 'Gökçekaya' denen bu büyülü kristaller hakkında bir şeyler öğrenir, kendi çıkarıma kullanmanın yolunu bulurum. Konuları sürekli dağıtıyorum sanırım. Şehir, bu dünyada gözlerimi açtığımdan beri gördüğüm ilk insan şehriydi ama o kadar canlıydı ki, yaşayanların, gerçekten büyülü varlıklar olup olmadığına bakmak zorunda kaldım. Evet masmavi bir diyardı burası, ama canlılığı sadece renklerle alakalı değildi. Elf banliyösünde gördüğümün aksine burada yaşayanlar nispeten mutluydu. Sokakta yürürken, geldiğim yerde bunun tam tersi vardı, hiç dilenci görmediğime yemin edebilirim.

Belki de bizi çarşıya saldıkları içindi, bilemiyorum.

Bir fırıncının daha önce hiç temasta bulunmadığım bir kokuyla sunduğu çöreklerden yedim, rastgele bir seyyar satıcıdan çubuğa takılmış, adı hakkında en ufak fikrimin olmadığı, elime yağlar akıtan bir et gömdüm ve parıldayan silahlarla bakıştım ama size samimi olarak söylüyorum, daha önce hiç bu kadar heyecanlandığım bir 'çarşıya' girdiğimi hatırlamıyorum. Belki buraya geldiğimden bari vahşet görüp durduğumdandı. Ya da, yaratıcı isimli kral Arthur Mai ülkenin disiplinini gerçekten iyi sağlıyordu ve ülkenin durumu da bu doğrultuda iyiye gidiyordu. Eski hayatımda olsa krallık rejiminde halkın ırzına geçecek kadar fakirleştirirlerdi. Yani, ben sadece gördüğüm kadarıyla konuşuyorum, yanlış anlamayın.

Onca yolu kavga dövüş ilerlediğimden ve elflerin memleketinde bana giyecek bir bok vermediklerinden, tahmin edersiniz ki üzerimde pek de kayda değer kıyafetler yoktu. Sağ olsunlar Mavidüş beni kırmadı, giydirdi. İnce bir tunik ve siyah bir yeleğim var artık, madalyonum boynumdan sarkarken beni eski zamanların motorcu ergenleri gibi gösteriyorlar. Siyah pantolonuma o vakit bulabildiğim en güzel ayakkabıları de ekleyince gerçekten, genç olduğumu yeniden hissettim. Birkaç parça 'zırh' almak istemiştim ama o lanet şeyler hem buz gibi tutuyor, hem de çok ağırlar. O yüzden, parça parça bir şeyler almakla yetindim. Aç gözlü gibi aldım ama. En güzellerinden seçtim. Cephanelikte zebella boyutlu bir ergen için herhangi ekipman neden bulunmuyordu bilmiyorum ama aldığım omuzluk ve -belki bir gün o kılıç koluma girer diye- korkarak aldığım, ön kolumu koruyan deri-çelik karışımı zırhların parasını öderken İsabelle'in aklında bir dahakine her boyutta ekipman depolayacağına dair büyük hesaplar dönüyordu, bundan adım gibi eminim işte. Adımdan da pek emin değilim ya, neyse.

Tek söyleyebileceğim, umarım Mavidüş'e yeniden gelebilirim. Bir gün yolunuz düşerse mutlak dilek çeşmesine bir bakın. İçinde onlarca değerli şey var, ben yapamadım ama bence siz o bozuklukları büyük işler için kullanabilirsiniz.

***

Kimse bu göreve gitmek istemiyordu. Teoride her şey çok iyiydi, tüm kozlar onların elindeydi ve eğer başarılı olurlarsa büyük ödüller alacaklardı ama pratikte ne yapacakları hakkında en ufak fikirleri bile yoktu ve bu işlerini biraz olsun kolaylaştırmıyordu. İçlerinde korkudan az farkla sıyrılan, ufak çaplı sinir nöbetlerine neden olabilecek çatlak ve güçsüz bir endişe duygusu vardı. Gidecekleri 'madenler' belki de onlara yeni kapılar açacaktı. Yine de bir 'geri alma' görevi için seçilen dört rastgele gezgin hayırlı bir iş için gönderiliyor da olamazdı. En azından dinlenmek, olanları sindirmek için birkaç gün koparabilmiş, Mavidüş'ün, Wakefield hanesinde olanın aksine, konforlu ve ferah odalarında konaklama fırsatı yakalamışlardı.

Hilebaz - Ejderdişi DiyarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin