Bölüm 20 : Ölüler Masal Anlatamaz

92 9 3
                                    

Biliyor musunuz? Eğer zaman algınızı komple kaybetmek istiyorsanız, bu ceset dolu mahzen tam size göre.

Ne kadar vakit geçirdiğim hakkında hiçbir fikrim yok. Bir sağa, bir sola dönüp duruyorum ama bulduğum tek şey var; ceset. Bir sürü ceset. Onlarca ceset. Sadece ceset olsa iyi, fırınlanmış gibi duran, işkenceyle parça parça olan, kimyasallar enjekte edilen, onlarca ceset. Bunların hepsi ayrı kategorilere giriyor, bundan eminim. Kör bıçakla derin yara açmayı denemek bile burada olanların yanında çok masum kalıyor. Ki emin olun, kör bıçakla derin yara açılması çok acıtır. Çok acıtır. Baya acıtır.

Koluma bir demir saplandı ve bunu hiç düşünmeden çıkartacak kadar salaktım. Ama inanın, burada olanlar benim salaklığımın nedeninden daha fazla acı çekmiş insanlar. Bu elfler ne bok yiyor böyle? Bir fantezi evreninde, etrafımda güzel onlarca kız, yakışıklı onlarca erkek ve soylu piçleri varken, nasıl böyle bir yer olabilir? Düştüğüm bu çukur, sahiden sahici mi? Cümlelerim karışıyor, söylediklerime inancımı kaybediyorum. Biraz daha ceset görürsem eğer, içimde bir şeyler kaybedeceğim, bundan korkuyorum. Mahzen çok karanlık, çok. Tüm bu karanlığın içinde ölülerin huzur bulamayan ruhlarının beni dikizlediğini hissediyorum. Yaşayanı, beni, yiyip bitirmek istercesine o kokuşmuş ruhlarını, burada harcanan hayatlarının haklarını kullanarak beni de yanlarına çekmek istiyorlar. Toksik yeşil, uyuşuk gözler karanlığın içinden bana bakıyor ve ben bunu her gördüğümü hissettiğimde, kendi koluma bir kesik atıyorum. Aklım ancak bu şekilde başıma geliyor. Umarım buradan, sağ çıkabilirim. Umarım, cesetlerin yerine geçmek zorunda kalmam.

Ve umarım, burayı işleten orospu çocuğunu bulabilir, sikini kesip ağzına tıkabilirim.

***

"Burası lanet bir bok çukuru!"

Hıncı gözlerine vurmuştu. Dışarıdan gören biri, irislerinin renginin değiştiğini bile düşünebilir, koyu-kırmızı gözlerinin derinliğinde boğulabilirdi. Yaklaşık üç saattir buradaydı ve gördükleri nedense hiç içini açmıyordu. Her geçtiği odada, biraz daha ceset buluyor, artık kalkmaya alışmış olan midesine söz geçiremiyordu.

"Vahşi piçler!" bunlar işkence etmeyi seven birinin sözleriydi, yapılabilecekler onun tarafından bile bu kadar abartılamazdı. Karşılaştığı durum, küfür etmekten başka bir yol bulamayacağı kadar vasattı. Hakaretler savurmak, belki de içini boşaltmanın en kolay yoluydu.

Bir seferliğine de olsa, bir cesedin yanında gelerek durumunu kontrol etmek istemişti. Aslında, bunu yapmaması gerektiğini biliyordu, yine de merakına yenik düşmüştü.

Yirmili yaşlarında birinin bedeni gibi duruyordu, kız mı erkek mi belli olmasa bile, bunu az çok çıkarabiliyordu. Beden buraya uzun zaman önce getirilmemişti, yani dokunarak incelemek için ideal bir ceset olsa da (evet, kulağa çok garip geliyor) yapılanları tahmin etmeye kalktığında gözünün önüne gelen manzara onu bir anlığına da olsa umutsuzlukla baş başa bıraktı.

"Neyse... Yakalayamazlarsa, işkence de edemezler."

Ardı ardına yapıldığı belli olan bıçak darbelerinden ayrı olarak bedenin her iki yanında da, topuktan kol altına kadar derin kesikler vardı. Price'ın görebildiği üzere bu yara aynı yerden defalarca kez açılmış, dağlanarak geri kapatılmış, ardından muhtemelen yeniden açılmıştı.

"Bu işkence yöntemini bildiğime eminim... Adı neydi?"
Ancak biraz daha incelediğinde, gördüğü şeylerin bir "insandan" ya da benzeri bir varlıktan çıkamayacağını anlamış oldu. Cesedin sol bacağındaki damarlar, toksik bir yeşil rengi ile şişmiş, patlayacak birer beze gibi olmuştu. Demir sopasıyla şöyle bir yokladığında, ayak tabanında kocaman, kapkara bir delik olduğunu da görmüştü. Kırık metalin teması bezeyi patlatmış, iğrenç yeşil sıvı yavaş yavaş yere akmaya başlamıştı. Price ona doğru tıslayarak geldiğini sandığı bu maddeden derin bir iğrenti ve titreyen bir korkuyla sakındı.

Hilebaz - Ejderdişi DiyarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin