Soğuktu. Hem de çok.
Elinde olsa, zangır zangır titreyecekti. Korkmuyordu, bu onun daha önce deneyimlediği bir hisse çok benziyordu çünkü. Etrafı karanlıktı, görüş açısı ise dar. Boynu büküktü, istemsizce ağlıyordu. Belli belirsiz bir acı içinde dolanıyordu. Sanki, ona 'Ben buradayım!' demek istiyordu. Kalbi sıkışıyor sandı, sonra bu histen hızla kurtuldu. Damarları yanıyordu, sanki bir maden ocağı fokurduyordu içinde.
Çok geçmeden üzerine bir ışık yumağı düştü. Bulunduğu yer aydınlandı. Işık ne berraktı ne bulanık. Ne dostluk hissettiriyordu ne düşmanlık. Bu ışık, ne titrek, güçsüz bir ışıktı, ne de göz alıcı, kuvvetli bir ışık. Yine de önünü görmesine yeterdi. Görüşü bulanık olmasaydı tabii...
Soğuktan başka bir şey hissetmiyordu artık, hiçbir şey. Etin, kemikten ayrılmak isteyeceği kadar çaresiz bırakan, aynı zamanda -olması gerekenin aksine- kavurucu bir soğuk.
Ağlamaya devam ettikçe görüşü düzeliyordu, etrafında kimi alçakta, kimi ise yüksekte olan onlarca beyaz iz görüyordu. Beyaz bir ateş saçıyorlardı adeta, bulanık görmesine rağmen hem de. Pusluydu her yer, seçemiyordu hiçbir şeyi.
Yalnızca, soğuktu.
Karanlığın ortasında, mavi bir parıltı belirdi birden. Göz kamaştıran, puslu görüş açısından bile orada olduğunu anlatan bir parıltıydı bu. Ağlamaya devam etti. Her göz yaşında, görüşü biraz daha düzeldi. Işık hüzmesi gücünü arttırdı, fosforlu gibi gözüken, turkuaz mavi görüş alanını kapladı. Hüzme netleşti, önce bir küre şeklini aldı, sonra hatları keskinleşti. Soğuktan kurtuldu. Önce içini kaplayan nahoş sıcaklık, yerini tatlı bir zevke bıraktı. Işıkla bir olmak istiyordu artık. Ona sarılmak, onu kucaklamak. Hatları netleşen küre şiddetle dönmeye başladı. Zorla da olsa başını kaldırdı, kendi etrafında dönen cisme baktı. Artık karşısında bir küre yoktu. Mavi ışıkların arasına, yoğunluğu yarıp geçen bir aydınlık düştü. Yavaşlayan kürenin her yüzündeki sembolleri anlamlandırabiliyordu. Cisim yavaşlarken, Price gülümsedi. Karşısında süzülen, çok yüzlü bir zardan başka bir şey değildi.
***
Birden yerinden fırladı. "Soğuuk!" diye haykırdı. Çevresindeki kızlar da onunla birlikte tiz sesleriyle çığlık attılar, çocuğun ani uyanışı onları korkutmuştu.
Hızlı bir hareketle yatağın üzerindeki battaniyeye sarındı ve bir süre şoktan kurtulamadı. Gördükleri, rüya mıydı?
"Günaydın, günaydın kıymetli kardeşim?" Godwin ağır adımlarla Adam'a doğru yaklaşıyordu. Çocuk ise çevresindekilere bakmakla yetindi.
"Bir...İki...Üç... Hay anasını! Kaç kişiler lan bunlar?"
Anlamsız gözlerle kızları saymaya çalışıyordu. Godwin ise hala ona doğru yürüyordu.
Bir elini çocuğun omuzuna attı.
"Daha iyi gibisin." yüzünde babacan bir gülümseme vardı. "Bedenini biraz fazla yordun, ama dinlendin bak!"
"Bedenim fazla mı yorulmuş?" Anlam veremiyordu, kimse ona ne olduğunu doğru düzgün açıklamamıştı. Baygın kaldığı süre boyunca bilincinin açık kaldığını düşünüyordu, çevresinde konuşulanları hayal meyal hatırlıyordu ( ses tonları birbirine benzeyen, ki bu kadar fazla olduklarını daha yeni anlayabilmişti, bir sürü kız etrafında fısır fısır konuştuğu, yeri geldiğinde dedikodu yaptığı için önemli gördüğü yerler haricinde konuşmalara karşı kendini kapatmayı denemiş (bir filmde gördüğü şekilde, zihninde yarattığı bir salonda antrenman yapmaya çalışmıştı) ama yine de birinin ona "Bu diyar şöyle böyle." demesi gerekiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hilebaz - Ejderdişi Diyarı
Literatura FemininaSizleri kitabın 'Yeniden' yazılan versiyonuna davet ediyorum. Profilimden ulaşabilirsiniz. "Kilitli kapıların anahtarı, hoşgörü gemisinin seyahat rotasında saklı. Fedakâr kimsenin olmaz anahtara ihtiyacı, ne yapsa görür, hisseder Nefesin noktasını."...