Bölüm 7 : Küçük Adımlar

208 22 3
                                    

Onlarca gününü yalnızca tempoya alışmaya çalışarak geçirdi Price. Yapabileceği fazla bir şey yoktu, çünkü bulunduğu yerde önceden bildiği hiçbir şeye erişemiyordu. Kaldığı eve alışmaya başlamış, çevresini tanımıştı. Artık mola vermeden onlarca şınav çekebiliyor, tek bir damla terlemeden kilometrelerce koşabiliyordu. Bu, onun gibi antrenman bilgisine sahip biri için bile oldukça kısa bir sürede oluşmuş bir etkiydi. Onun yerinde olanlar, genelde yıllarca bu kondisyona gelmek için çabalarlardı. Price ise birkaç ay içerisinde bu raddeye gelebilmişti. Şu anki haliyle rahatlıkla olimpiyatlara katılma hayali kurabilirdi. Vücudunun bu kadar hızlı gelişmesi, belki de bulunduğu bedenin henüz genç olmasındandı. Sonuçta, ağaç yaşken eğilirdi. Ya da belki, bedenin eski sahibi taşıdığı potansiyeli fark edememişti. Her iki türlü de şu anki halinden epey memnundu Price. Hem artık o 'ağır' kapıyı rahatlıkla açabiliyordu.

"Acaba... Bunun nedeni ne?" diye düşündü. Kasları elbette güçlenmişti ancak boyunun uzadığını, ciğerlerinin güçlendiğini de hissediyordu. İçinde dolup taşan bir kuvvet vardı, her yumruğunda farklı bir kalıbı kıracak kadar güçlüydü adeta.

"Bunda kesin bir gariplik var..." elbette bir gariplik vardı.
Derin düşüncelere dalıp duruyordu. Binada büyük bir kütüphane bulmuş, önüne gelen her kitabı -tabii ilgi çekici olanları- kurcalamış, başından sonuna kadar okumuştu. Çeşitli romanlar ve tarih kitapları ile, bulunduğu yer hakkında biraz daha bilgi sahibi olmayı başarabilmişti.
Evin çevresini gezmiş, bu devasa malikanenin ne kadar büyük bir alanı işgal ettiğini hesaplamıştı. Ortalama 2000 metrekare yer kaplayan bu koca bina, uzun bir süredir yerinde duruyordu ve muhtemelen yapılan bakımların yarısı Price'a yapılmış olsaydı yepyeni biri olurdu. "Benim zamanımda olsa buraya hükümet konağı dikerlerdi..."

Evin bahçesi, evin kendisinden daha büyük bir yer kaplıyordu. Bahçe denebilirse tabii...

"Orman lan burası?" demişti ilk gördüğünde. Ancak hiç sorgulamamıştı. Çünkü kendilerine ait bu kadar büyük bir mülkün olması, antrenman yapmasını kolaylaştırıyordu. Devasa ormanın -ki artık bu 'bahçenin' bir ormanla bağlantısı olduğundan tamamen emindi- içinde kendine bir eğitim kampı kurmuştu. Kılıç antrenmanları için kuklalar, çeşitli ağırlıklar ve ilkel de olsa vücut geliştirmek için birkaç takım bulunuyordu. Ufak bir yaptırmıştı kendine. İçinde çay demleyebileceği birkaç çanak ve hemen yanında ufak bir şöminenin olduğu mutfak, salon denebilecek ufak odanın hemen yanında duruyordu. Salondaysa bir masa ve birkaç sandalyeden başka bir şey yoktu. Hem arkadaşı da yoktu ya, neden birden fazla sandalyesi vardı ki?

Masada gördüğü küçük kızla arasını oldukça iyi tutmuştu. Onunla oyunlar oynamış, her ne kadar utansa da 'Ce-ee' bile yapmıştı. Küçük kızın onun yanında daima mutlu olması, bir abi olarak başarılı olduğunu da kanıtlıyordu. Her düşündüğünde rahatlıyor, biraz gevşiyordu. Taşların yerine oturması bu kadar kolaysa, neden önceki hayatında başarılı olamamıştı? Mutlak bir yalnızlık içinde olabilirdi belki, ancak ailesinin bile ona sırt çevirmiş olması... Düşüncelerini bir kenara bıraktı. Buradaki ailesiyle arası gayet iyiydi. Yani en azından, olduğu kadar. Çünkü yeni ailesiyle arasındaki uzaklığı da korumuştu. Yanlışlıkla dikkatleri üzerine çekmeye hiç niyeti yoktu.

Kardeşi olduğunu düşündüğü sarışın veledin neden sevilmediğini bile anlayabilmişti. Çok fazla böbürleniyordu ancak hiçbir halta yaramıyordu. Anladığı kadarıyla eski Adam bile bu kadar beter değildi. Yapamayacağı işlerden uzak durmak onun karakterine daha yatkındı. Dash sürekli egosuna yenik düşüyor, bağırıp çağırıyordu. Hizmetliler onun bir dediğini iki etmese bile onları azarlıyor, ağzına geleni söylüyordu. Çocuğun yaratıcı küfürlerinden bazılarını Adam önceki hayatında bile duymamıştı.

Curtis, ona bir öğretmen ayarlamıştı. Kır saçları, sivri bıyığı ve üzerinden asla çıkarmadığı takım elbisesiyle tam bir beyefendi gibi gözüken Alfred, Adam'ın kılıç öğrenmesi için seçilmiş bir ustaydı. Adam da siz bunları okuduğunuz sırada Alfred'in bulunduğu mevkiye doğru koşmaktaydı.

"Hey babalık! Söyle bakalım bugün ne çalışıyoruz?" dedi getirdiği kitaplardan birini açıp okurken. Kitap okumaya karşı, yeni keşfettiği bir yeteneği vardı. Kitapların içeriğini, yalnızca göz gezdirerek anlıyor, sayfaları belki de saniyeler içerisinde en ufak ayrıntısına kadar okuyabiliyordu. Gözleri ondan bağımsız hareket ediyorlardı sanki. Kitabı açıyordu, bakıyordu, bitiriyordu ve kapatıyordu. "Keşke daha önce de bu kadar hızlı okuyabilseydim..."

Belki de aralarında destansı boşluklar olan el yazması kitaplar olmasıydı bunun sebebi. Ya da geçirdiği kısacık aylar içerisinde belki iki yüz kitap okuması. Nedeni her neyse bu o kadar işine yarıyordu ki bunu da kelimelere dökmeye çalışmak anlamsız bir çabaydı.

" Temel duruşları çalışacağız" dedi ihtiyar sakince.
"Yine mi ya..." diye geçirdi içinden, yine de Alfred'e belli etmedi.

"Nasıl diyorsan öyle olsun ihtiyar."

Hızlıca ilerlemek istiyordu Adam. 7 haftadır temel duruşları çalışıyorlardı ve bundan oldukça sıkılmıştı. Gerçi kütüphanede bulduğu bir kitap sayesinde "Lanetli Prensin Ayak İzleri" isimli, ki bu isim o kadar saçmaydı ki ilk okuduğunda en az otuz dakika gülmüştü, bir tekniği diğerlerine sezdirmeden çalışıyordu. Kullanılmayan bir odada, tozlu rafların arasında bulmuştu bu kitabı. "Alsam kimse anlamaz herhalde" diye düşünmüştü, ardından da başlamıştı çalışmaya.

Gelişmişti de aslında. Beş santimetre çapındaki ahşap çubukları ortadan ikiye bölebiliyordu artık. Ancak bunu kimseye söylememişti. "Hızlı ilerlersem, daha büyük etki bırakırım" diye düşünmeden edemiyordu.

Altı saatlik nefes kesen saatlik bir antrenmanın ardından, Adam ihtiyara teşekkür ederek yeniden koşmaya başladı. 10 kilometre koşu onu artık zorlamıyordu. Sınırlarını arttırmalıydı, sonuçta güçlenmiş bir vücudun hayaliyle artık omuzlarında ağır kütüklerle koşuyordu...

Burada geçirdiği birkaç ay, belki de hayatının en mutlu zamanlarıydı. İlk geldiği zamandan onlarca, önceki hayatına kıyasla binlerce kat. Artık emindi. Ufak bir ruh göçü yaşamıştı. Seçilmişti. Yeni bir şans verilmişti. Daha iyi bir hayat yaşaması için, daha güzel bir yaşama sahip olması için. Durmadan kendini geliştirebilmesi, belki de öngörülerini arttırabilmesi için. Belki de sadece 'hayırlı' bir evlat olabilmesi içindi. Yine de fark etmezdi.

Şans dediğin nadiren onu bulurdu. Bu da çoğunlukla 'kötü şans' olurdu. Evinin bahçesinde çıplak koşan bir çocuk için büyük laflar olabilirdi belki ama yirmilerine girememiş bu bedenin sınırlarını aşmasını sağlayacaktı. Turnuvada adını duyuracak ve bu şehirden nispeten uzak, görünmez malikanenin tanınmasını sağlayacaktı. Onlar kadar varlıklı bir ailenin şehirden neden bu kadar uzak olduğunu anlayamıyordu. Bu kurgularda da yoktu, genelde zenginler hep göz önünde olurdu. Belki de bu, düzeltmesi için önüne sunulan bir zorluktu. "Seve seve." Dedi Price. "Sarı kafa için de iyi bir haber olurdu."

Koşarken, aklında parlak bir fikir belirdi. Tarih öğrenmeliydi. Sahi, neden bunu daha önce düşünememişti?

 Sahi, neden bunu daha önce düşünememişti?

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Hilebaz - Ejderdişi DiyarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin