LV. Soylular ve Canavarlar
İnsideSiyah gotik binanın en üst katına merdivenlerle çıkmaya çalıştıklarında artık merdivenlerin sonunda büyük ve kilitli bir kapı ile karşılaşıyorlardı. Eğer oraya vardıkları dakika içinde bir konsey yoksa ve eğer gelen kişi Adal Ateş değilse ne bu kapıdan geçebiliyorlar ne de kapının önündeki askerleri atlatabiliyorlardı.
Juliette, güneşin kalın perdeler arasından ince ince sızdığı bu devasa odanın tam ortasında, siyah renkli ve gotik bir anlayışla dizayn edilmiş yüksek tahtındaydı. Kapının en yakınında eski konsey masası, o gün yapılacak konseyi bekliyordu. Çevresindeki duvarlara gömülü kitaplıklar siyah bir örtüyle örtülmüştü. Konsey masasının dayandığı duvarda ise Artemis'in devasa bir portresi asılıydı. Altında da ironik bir şekilde Cihan'ın imzası vardı. Juliette, sağında duran yine siyah renginde bir beşikteki Oksana'nın merakla ona bakışını izledi. Ardından solundaki bir sehpadaki siyah kadife bir yastığın üzerindeki safirlerle süslü tacını eline aldı. Başına taktı.
Kapı açıldığında, gözlerini oraya çevirdi. Kucağında Baler ile içeri giren Adal'a her ne kadar gülümsemek istese de bunu yapmadı. Çenesiyle onu işaret ederek kaşlarını kaldırdı ve ardından başını hafifçe aşağı indirdi.
Adal gururla gülümsedi. "İşte böyle, Artemis." Oksana'nın beşiğine doğru ilerleyip onu da kucağına aldı ve cebinden kırmızı bir sıvıyla dolu bir şişe çıkardı. Juliette, yanında duran sadaktan rastgele bir ok aldı. "Bu gerçekten çok... karanlık olacak." diye fısıldarken okun ucunu bu şişedeki kırmızı sıvıyla boyamıştı.
Adal, konsey masasındaki koltuğuna doğru ilerlerken omuz silkti. "Artık duramayız Julie." Bir bacağına Baler'i diğer bacağına Oksana'yı oturttu. Sonra, dudaklarını bükerek bir elini Juliette'e doğru kaldırdı. Gelmesini işaret ederken sordu: "Ne diyeceğini hatırlıyor musun?"
Juliette, tahttan aşağı indi. Elindeki oku düşünceyle döndürürken isteksizce konuştu: "Artık korkmuyorum. Ne kendi karanlığımdan..."
Oku, Amanda'nın oturacağı sandalyenin tam önüne bıraktı. "Ne de Dore'nin karanlığından."Adal, hoşnutsuz bir bakışla Julie'ye süzdü: "Biraz daha ciddiye alır mısın? Çocuk tiyatrosunun provası değil bu Juliette."
Juliette, usulca başını sallarken konseyin başındaki sandalyesine doğru ilerledi. Elini burnunun hemen altındaki mavi oksijen tüpüne doğru götürdü. "Peki bunu çıkartayım mı?" diye sordu. Adal, duraksadı. Onunkisi şu anda takılı olmasa da artık sıklıkla takıyorlardı. "Düşün." dedi.
"Nefretini kullan, öfkeni. İçinden ne yapmak geliyorsa onu yap Juliette. Nasıl başlayacaksın?"Juliette, ellerini masanın iki tarafına vurdu. Sanki konsey doluymuş gibi gözlerini karşısına dikti.
"Benim yerimde kim olsa kaçardı!"Juliette koşmak değil yürümeye dahi takati kalmadığında, yavaşladı. Ağlamaya başlamıştı. Hıçkırıklarının arasından çevresine bakındı. Nereye gideceğini, ileriden hangi sokağa sapacağını bilmiyordu. Birkaç sokak dolaştığında sarhoş gibiydi: Elindeki kılıcını sık sık düşürüyor, çamurlu beyaz elbisesinin eteklerine sıklıkla takılıyor ve sendeleyerek yürümeye devam ediyordu. Eski, cumbali bir evin önünde durduğunda gözlerini sildi. Tüm gücüyle kapıyı yumrukladı ve bir yandan da saçlarını düzeltmeye çalıştı.
Kapı açıldığında ondan yirmi santim kadar daha uzun biri karşısında belirdi. Tanıdık, çekik gözler lacivert gözleri ile buluştuğunda şaşkındı. "Bir ay kadar önce, eğer birini öldürürsem buraya gelmemi söylemiştin."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
SOYLULAR VE CANAVARLAR
Science FictionGEN | 5 | Juliette Ivanova "Juliette'in bir insana göre çok fazla hayatı oldu. Hayatlarının birinde narin bir prenses diğerinde acımasız bir komutandı. Arada bir kendi ailesinden vazgeçen bir lidere de benzetilse de emin olduğum tek şey şu ki Juliet...