Acilde yoğun geçen bir gün ve gelen trafik kazası vakasının ameliyatlarından sonra, ekip bitmiş bir haldeydi. Son iki günden yorgun olan asistanları evlerine göndermiş olan Kenan, durumu kritik olan bir hasta yüzünden hastanede kalmıştı. Odasındaki son dosyaları da imzalamayı bitirdikten sonra geriye yaslanıp derin bir nefes aldı. Burada rahat hissetmiyordu. Yoğun bakımın önünde beklemekten bir zarar gelmezdi sanki.
Artık akşam olduğu ve hastanede az çalışan kaldığı için gereksiz olduğunu düşünerek önlüğünü bıraktı ve odasından çıktı. Elleri cebinde, düşünceli bir şekilde ilerlerken duyduğu ayak sesleriyle kaşlarını çatarak başını kaldırdı. Gördüğü kişi üzerine ise gözleri kısıldı.
"Veysel Hocam? Siz gitmediniz mi?"
Hocasıyla karşılaşmayı pek beklemeyen Veysel de bir anlık duraksamadan sonra başını iki yana salladı.
"Yok hocam, gitmedim. Hem aklım hastada, hem de asistanlar yokken acile bir vaka falan gelir şimdi, ne olur ne olmaz diye kaldım." dedi omuz silkerek.
Altta yatan başka bir neden de, gündüz yaptıkları telefon konuşmasından sonra babasıyla görüşmeye can atmıyor olmasıydı. Onun yüzündeki sıkıntılı ifadeye göz gezdiren Kenan, kendinden de beklemediği bir şey yaparak, hafif bir tebessümle sordu:
"Birer kahveye ne dersiniz?"
********************************************
"Öyle oldu gülüm ya. Kusura bakma, yalnız bıraktım seni de bu akşam."
"Olur mu öyle şey Veysel'im ya?" Cemile'nin telefondan gelen sesi, Veysel'in yüzündeki gülümsemenin tek sebebiydi. Makinanın nihayet bitirdiği sıcak kahvesini aldı, diğer eliyle telefonu kulağında tutarken konuştu:
"Gece de gelemeyebilirim bu arada, durum pek belli değil. Sen beni beklemeden yat, olur mu cankuşum?"
"Tamam cankuşum ama gelecek gibi olursan mesaj at tamam mı? Beklerim ben yine."
Veysel güldü. "Kurban olurum ben sana Cemile'm. Şimdi kapatıyorum, işim erken biterse gene ararım. Hadi görüşürüz."
"Görüşürüz Veysel'im."
Telefonu kapatıp cebine koyan Veysel, kahvesine dikkat ederek koridorun öbür tarafına doğru yürüdü. Köşeyi dönüp yoğun bakımın önüne geldi; Kenan sandalyelerden birinde oturuyordu, elinde kendi kahve bardağı vardı. Dalgın gözleri yoğun bakımın camından ayrılmıyordu. Veysel sessiz adımlarla ilerleyip, aralarında iki koltuk mesafe bırakarak oturdu. Bir süre ikisi de, içeride yatan hastayı gözlediler.
"Uzun süredir bir hasta için nöbete kalmamıştım." diye mırıldandı Kenan, en sonunda sessizliği bozarak. Kahvesinden bir yudum aldıktan sonra devam etti: "Asistanlık günlerimi hatırladım sanki... Dejavu gibi."
"Ben kalıyorum arada." dedi Veysel kayıtsız bir sesle. "Bizimkilere nöbet kitlemeye kıyamadığım zamanlar. Gerçi peder bey arıza çıkarıyor ama olsun." diye ekledi kısık sesle, ama Kenan duymuştu. Bir süre Veysel'e düşünceli gözlerle baktı adam.
"Sizin de aile işleri pek parlak değil ha?"
Veysel bir an dondu. Başını yavaşça Kenan'a çevirdiğinde, dilinin ucuna kadar gelen "size ne" sözünü yutuverdi. Çünkü adamın yüzünde ilgisiz değil, anlayışlı ve sıcak bir ifade vardı. Hatta... Neredeyse onu anlıyormuş gibi bir ifade.
"Yani, işte..." Önüne döndü, parmaklarının arasındaki sıcak kahve bardağını güç almak ister gibi sıkı sıkı tuttu. Ne diyeceğini pek bilemiyordu. İçinin bir tarafı yalnızca susmak isterken, diğer tarafı da Kenan'ın uzattığı bu zeytin dalını geri çevirmek istemiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaybedilmiş Bir Oyun • VeyKen (Gönül Dağı)
FanficGenel cerrahi bölümünün hocası Veysel Kaya ve yeni cerrahi bölümü başkanı Kenan Acar... Düşmanlıktan arkadaşlığa; Dostluktan kardeşliğe dönen bir hikaye 💫 Kaportacı Veysel'i Doktor Veysel olarak okumaya hazır mısınız?