Bölüm 57 - Gerçekler

329 23 42
                                    

Mezarlığın insana hem huzur veren, hem de korkutan o gizemli havası; yalnızca sıradan kabir ziyaretlerinde geçerlidir aslında. Çünkü eğer birinin oraya geliş sebebi ziyaret değil, sevdiğine veda etmekse; ne huzur kalır geriye, ne korku. Sadece acı kalır ve insan başa çıkabildiği kadar var olur o mezarlıkta. Çünkü ölümün acısı tarifsizdir, geçmez; azalır belki, ama geçmez. Her daim insanın kalbinde bir sızı olarak kalmaya devam eder ve hayatın en büyük gerçeğini hatırlatmayı bir görev edinir kendine.

Şimdi, Gedelli'nin tek mezarlığında toplanmıştı kasaba halkı. Cenazenin gömülmesi için görevli gençler küreklerle toprağı kazıyorlardı, az kalmıştı bitmesine. Açılan boşluğun biraz ötesinde bir tabut duruyordu, henüz açılmamıştı. Ama herkes, içinde kimin cansız bedeninin olduğunu biliyordu.

Cami hocasının okuduğu Yasin'in bile bastıramadığı hıçkırıklar duyuluyordu ara sıra. Döndü gelinini kaybetmenin acısıyla ağlıyordu; Dişçi Musa da kızının tabutunun başında içli içli gözyaşı döküyordu. Arkalarında duranlar; Muammer, Halime, Günşıl, Taner, Ramazan, Hüseyin; hastaneden Zehra, Ömer, Serdar, Eda ve kasabanın geri kalanı sessiz yaşlarla yetinseler de; Dilek ve Asuman da tıpkı Döndü gibi ağlıyorlardı, birbirlerine tutunup güç alarak. Eltilerinin gitmesi, sanki kalplerinin bir parçasını da yanında götürmüş gibi acıtmıştı canlarını.

Öte yandan; kürekle kazılmaya devam eden mezarın diğer tarafında iki kişi vardı. Veysel'in boş bakışları, çukurun öbür tarafındaki tabuttan ayrılmıyordu. Yüzü solgundu, tamamen bitkin görünüyordu, yanakları gözyaşlarından sırılsıklam olmuş olsa da ağlamıyordu. Aksine, bakışlarında hiçbir duygu yoktu. Sanki acısının içinde öyle bir kaybolmuştu ki, hiçbir duygu hissedemiyordu. Belki de ağlayacak gücü bile kalmamıştı.

Kardeşinin koluna girmiş, onu ayakta tutuyordu Kenan. Onun da gözyaşları durmadan akıyordu ama o da ağlamıyordu. Daha doğrusu zor tutuyordu kendini. Veysel ağlamazken, kendinde bunun hakkını görmüyordu sanki. Önünde kazılmaya devam eden mezara bakarken, yeni bir gözyaşı selinin geldiğini hissederek hızla dudaklarını birbirine bastırdı. Zorlukla duygularını bastırarak titrek bir nefes aldı, Veysel'in vücudunun titrediğini hissettiğinde ona döndü. Kardeşinin yüzünde hiçbir ifade olmasa da üzerinde yalnızca kazak vardı ve kar yağıyordu. Buna rağmen daha yeni soğuktan titremeye başlamıştı.

Kenan onu birkaç saniyeliğine bırakarak üzerindeki kalın ceketi çıkardı; vücuduna temas eden buz gibi havayı umursamadan ceketini kardeşinin omuzlarına bıraktı, ardından yeniden koluna girip ayakta durmasına destek oldu. Veysel kıpırdamadı; ne bir teşekkür, ne de bir itiraz çıktı ağzından. Sessizlik yemini etmiş gibiydi. Üşümesinin biraz azaldığını hissetse de, sanki fiziksel duyguları kalbine erişemiyordu. Öylesine büyük bir acıyla dolmuştu çünkü yüreği.

Herkese asır gibi gelen dakikaların sonunda mezarın kazımı bitti. Dua okumayı bitiren hocanın bakışları Veysel'e döndü, ama adamın halini gördüğünde tereddüt etti. Veysel'in tepkisizliği üzerine Kenan derin bir nefes alarak kardeşinin kolunu sıktı.

"Veysel'im?"

Nihayet, Veysel başını hafifçe çevirip abisine baktı. Kenan gözyaşlarına rağmen hafifçe, acıyla tebessüm ederek onun sırtını sıvazladı. "Hadi abicim."

Veysel yutkundu, Kenan'ın neyi kastettiğini biliyordu. Başından beri korktuğu ana gelmişlerdi çünkü... Sevdiğini ebediyete uğurlayacağı o ana.

Yavaşça, abisinin kolundan çıkarak ilerledi. Boş mezarın etrafını dolaştığı sırada görevli gençler tabutu açmıştı. İçindeki beyaz kefene sarılı cesedin kime ait olduğu görülmese de, biliniyordu. Veysel tabuta yaklaşırken duraksadı, gözleri kefende gezdi.

Kaybedilmiş Bir Oyun • VeyKen (Gönül Dağı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin