-1-

39.9K 2.5K 787
                                    

Jeon Jungkook en son dün sabah uyandığında yemek yemişti. Terden ıslanmış saçları görüş açısını engellese de çekmeye tenezzül etmeden etrafına bakındı. Uyuyakalmıştı ya da bayılmıştı, hangisi olduğunu ayırt edemeyecek kadar perişan haldeydi. Yanında uyuyan kıza takıldı bakışları. Muhtemel kendisinden birkaç yaş daha büyüktü. Uzun sarı saçları, güzel bir vücudu ve masum bir yüzü vardı. Kötü koşullardan yer yer kirlenmiş ve yırtılmış elbisesi bile onu çirkin gösterememişti.

Başka bir köşede 16-17 yaşlarında eli yüzü düzgün bir oğlan çocuğu ağlıyordu. Bir başka köşede buraya geleli henüz 2 hafta olmuş esmer bir kız. Bu ve bunun gibi birçok kız ve erkek vardı etrafında. Kendisi ise onlara kıyasla çok daha bakımsız ve çirkindi. Çünkü onlardan çok daha uzun zamandır buradaydı.

"Onlar varken bana sıra gelmez" diyerek içini rahatlatmaya çalışıyordu. Her hafta yeni köleler gelirdi bu ambara benzer yapıya. Şu anki sahipleri bir köle tüccarıydı ve onları kendi evine çok da uzak olmayan bir ambarda tutuyordu.

Jungkook satılmak istemiyordu. Kendini daha da çirkin, daha da bakımsız göstermek için elinden geleni yapıyordu. Yeni köleler geldikten birkaç gün sonra kurulan köle pazarına götürüyordu sahipleri onları. Böylece varlıklı kimseler diledikleri köleyi satın alıyordu. Jungkook çocukluğunda çok duymuştu satılan kölelerin hikayelerini. Bu yüzdendi kimse onu satın almasın diye uğraşması.

19 yaşındaydı Jungkook, yani o öyle saymıştı. Bir kış günü ana kucağından ayrıldığında 17 yaşındaydı, bunun üzerinden 2 kış daha geçmişti. 19 olmalıydı. Henüz 13-14 yaşlarındayken babasının elleriyle inşa ettiği odundan yapılmış küçük köy evlerinin salonunda, şöminenin başında otururlarken annesi masallar anlatırdı ona ve kardeşine. Bu masalların birçoğu köle olarak satılan çocukların başından geçen korkunç olayları içerirdi.

Bazı masallar o kadar korkunç olurdu ki, geceleri uyuyamaz, Tanrı'ya bütün kölelerin mutlu olması için dualar ederdi. Ve tabi kendisinin güzel bir yuvası olduğu için de şükürler ederdi. Köyleri çok küçüktü ve bir avuç insandan fazlası yoktu. Bu yüzden 'köle tüccarlarının buralara uğramak bile aklından geçmez' diyerek teselli etmişti annesi Jungkook ve kardeşini. Annesinin bu sözüne inanmaya, içini ferah tutmaya çalışsa da ne yazık ki korktuğu başına gelmişti.

Ne bir savaş, ne bir baskın, ne de yağmacılar.. Bağlı oldukları ülkenin başka bir ülkeye vaadi- üzerine alınmışlardı evlerinden. Kralları karlı olduğunu düşündüğü bir anlaşmanın gerçekleşmesi için binlerce köle vadetmişti Kore İmparatorluğu'na. Huzurlu bir kış sabahında çalan tahta kapıyı açtıklarında ellerinde silahlı askerlerle karşılaştılar. Ne bir isyan çıktı ne de o silahların patlamasına neden olacak herhangi bir hır gür. Askerler geldiler, aralarında Jungkook'la kardeşinin de olduğu birkaç çocuğu seçip aldılar ve gittiler.

O gün ailelerini gördükleri son gün olduğunu biliyordu iki kardeş. Ancak o kadar korkmuşlardı ki ağlayamadılar bile. Arkalarından ağlayan annesinin yüzü gözlerinin önündeydi hala dün gibi, babası ise evin önünde diz çöküp başını ellerinin arasına almıştı. Askerler çocukları at arabalarına bindirmişti ve uzunca yol gitmişlerdi. İşte böyle başlamıştı 2 yıllık kabus. Sonrası her geçen saniye daha da korkunçlaştı. At arabasının durduğu limanda gemilere bindirildiler. Tam emin olamasa da 7-8 kez doğdu ve battı güneş. Küçücük ve dar bir kamarada soğukla ve açlıkla mücadele ederek geçti günleri.

Jungkook tüm bu süreçte kardeşine elinden geldiğince iyi bakmaya çalışmıştı. Ona kendi hakkı olan yemekleri de veriyordu. Böylece kendisi ölse bile belki o sağ çıkabilirdi bu yolculuktan. Gemiye kendi köyleri dışından da onlarca çocuk bindirilmişti ve kötü şartlar nedeniyle her gün en az birkaç kişi ölüyordu. Jungkook, ölen çocukların askerler tarafından üzerlerine yük bağlanarak denize atıldığına bile şahit olmuştu. Kendisine ne olacağı umurunda olmasa da henüz 16 yaşında olan kardeşinin bu kaderi yaşamasını önlemeye çalışıyordu var gücüyle.

Gemide geçirdikleri günlerden sonra nihayet bir limana vardılar ve durdu gemi. Tam da her şey daha kötü olamaz dediği anda daha da kötüsü oldu. Gemiden indirildiler birer birer. Ve kardeşini ayrı, onu ayrı bir arabaya bindirdiler. Günlerdir ilk defa o an konuştu Jungkook. Lütfen dedi, bizi ayırmayın. Bu yalvarışına karşın askerden aldığı cevapsa yüzüne inen tokat darbesiydi. İşte kardeşini de bu şekilde kaybetmiş oldu. O günden sonra bir daha hiç göremedi yüzünü.

Araba bu ambarın önünde durduğunda Jungkook perişan bir haldeydi. Günlerce aç kalmış, bünyesi soğuk yüzünden zayıf düşmüştü. Yol boyu ağladığı için yüzü gözü şişmiş, günlerdir yıkanıp temizlenemediği için hem saçları hem de kıyafetleri kir içinde kalmıştı. Kendiyle beraber 9-10 çocuk daha indi iki farklı at arabasından. Ve 2 yıldır hayatta kalmaya çalıştığı bu ambardaki serüveni başlamış oldu.

Şimdi burada oturmuş etrafındaki bedenleri izlerken kendi yaşadıklarını düşündü genç çocuk. Bu ambara her hafta gelen yeni kölelerin de onun yaşadığı şeylere benzer şeyler yaşadığını biliyordu. Ve daha da korkuncu, her hafta gelen köle kadar satılan köle de oluyordu. Asıl ızdırap o zaman başlıyor olmalı diye geçirdi içinden. Satılan kölelerden birçoğu tecavüze uğruyor, dayak ve işkenceye maruz kalıyor, aç susuz bırakılıyor, ağır işlerde çalışıyor ve sefalet içinde ölüyorlardı.

İstenilene itiraz eden, sahiplerinden kaçmaya çalışan köleler öldürülüyordu. Bir kez satılmak demek, tüm kaderinizin sahibiniz tarafından tayin edilmesi demekti. Jungkook bunu çok iyi anlamıştı artık. Bazen yeni gelen kölelerle konuşurdu, onlar da kendi duydukları hikayeleri anlatırlardı satılanlarla ilgili. Köle pazarında satın alınan kölelere acıyarak bakıyordu her hafta. Bazen arkadaş gibi gördüğü köleler satın alınıyordu, öyle günlerin gecesinde 'acaba onlara ne olacak' diye düşünmekten uyuyamaz sabaha kadar ağlardı.

2 yıl boyunca burada kalmak insanlarla bağ kurmaması gerektiğini de öğretmişti kendisine. Her arkadaş kaybedişinde yaşadığı acıyı yaşamamak için kapatmıştı iyiden iyiye kendini. Günde bir kez sabahları verilen yemeğini yer, kimselerle konuşmadan köşesine çekilirdi. Bugün pazara gidecek olmalılardı, yeni köleler geldiğinden beri 2 kez doğup batmıştı güneş. Çok geçmeden açılan ambar kapısından süzen ışıkla gözlerini kıstı Jungkook. Ambarın yüksek duvarlarında bulunan minicik bir pencere dışında ışık almıyor oluşu karanlığa alışmasına neden olmuştu.

"KALKIN!" yüksek bir sesle bağırdı adını bile bilmediği sahibi. Sonra her sabah olduğu gibi 2 adam eşliğinde ambarın girişine koliler yerleştirdi. Jungkook buranın kurallarını iyi biliyordu. Yemek için sıraya girmişti bile. Adamlar koliden çıkardıkları ekmeği ve peyniri eline tutuşturdular. Yan taraftan bir kap alıp testiden suyunu doldurdu ve tekrar köşesine çekilip yarına kadar idare etmesi gereken yemeğini yemeye koyuldu. Bugün pazara kadar yürüyecekleri için her zamankinden daha da çok acıkacağını biliyordu.

Pazar yolunda önde atlı arabada sahipleri ve adamları giderdi. Kendisi gibi 20-25 kişilik kölelerse sırayla el bileklerinden sıkıca bağlanırdı ve yaya olarak at arabasını takip ederlerdi. Neredeyse 2-3 saat sürerdi bu yol. Bu yüzden çok acıkacağını biliyordu Jungkook. Ekmeğinin bir kısmını şimdi yemek yerine cebine iliştirip sonraya saklamaya karar verdi.

-끝-

Slave | TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin