Jungkook evden çıkalı birkaç saat olmuştu ve hava kararmaya yüz tutmuştu. Hızlı adımlar atıyordu, nereye gittiğinden tam olarak emin değildi. İlk hedefi şehre kadar yürümekti. Böylece önce köle pazarını, sonra da limanı bulabilirdi. Sonra kendi ülkesine giden bir gemiye binmesi yeterli olacaktı.
Kendi ülkesine vardıktan sonra, kolayca eve dönebileceğini umuyordu. Kaçmıştı evet, ailesine kavuşma şansı şimdi birkaç kilometrelik bir yolun sonunda kendisini bekliyordu buna da evet, ama Jungkook kalbinin derinlerinden gelen sızıyı durduramıyordu.
Tamamen kendi kontrolü dışında dolan gözleri aktıkça akıyordu. Havanın tamamen kararmasıyla gökyüzü de gürlemeye başladı. Çok geçmeden yüzüne düşmeye başlayan yağmur damlaları, gözyaşlarıyla karışarak ıslatıyordu yüzünü. Yanına tek bir şey almıştı Jungkook. Ne bir paraydı bu, ne de değerli bir şeydi. Üzerine Taehyung'un kokusunun sinmiş olduğu ve dün gece sıcak odasında yatarken yastık kılıfı olarak kullandığı gömlek...
3 saattir yürüyordu, şehre çok da mesafe kalmamıştı. Bunu yanından geçen at arabalarının sayısının artmasından ve insan kalabalığından anlamak mümkündü. İnsanlar yağmurdan kaçmak için bir an önce evlerine varmaya çalışıyorlardı. Üstünün başının tamamen ıslandığı 1 saatlik daha yürüyüşün sonunda kendisini köle pazarında buldu çocuk.
Buraya kadar gelebilmek için birkaç kişiyi durdurup yolu sorması gerekmişti. Efendisi sayesinde sahip olduğu kıyafetlerle kimse onu köle sanmıyordu. Bu sayede kimse onu alıkoymaya çalışmamıştı. Köle pazarına nihayet vardığında etrafına baktı genç çocuk. Çok değil daha birkaç hafta önce burada olmak onun için bir rutindi. Her hafta satılmamak için aç susuz ve bitap halde beklediği bu yere baktı.
Yağmur yüzünden bomboştu. Herkes bir yerlere kaçışıyordu. Bu yüzden hızlı adımlarla limana doğru yürümeye başladı. Yine birilerine sorması gerekse de pazar ve liman arasındaki mesafenin az oluşu sayesinde hızla gelmişti. Gemileri sırayla gezip nereye gideceklerini sormaya başladı. Memleketine giden bir geminin yakın zamanda kalkmasını umuyordu. Yaklaşık yarım saat sonra sonunda aradığı gemiyi buldu.
Gemi kaptanı fırtına yüzünden sabah olmadan ve yağmur dinmeden yola çıkamayacaklarını söylediğinde hayal kırıklığına uğradı küçük olan. Şimdi gün aydınlanana kadar sığınacak bir yer bulmak zorundaydı. Ve çok ıslandığı için hastalanmamayı umuyordu. Geminin hemen karşısında kuru kalan ufak bir alan bulup oraya yöneldiğinde beklemekten başka yapabileceği hiçbir şey kalmamıştı.
Kaçmanın verdiği adrenalin ve sonrasında saatlerce yürümesinin etkisiyle hiçbir şey düşünememişti çocuk. Ancak şimdi sonunda durduğunda ve ne yaptığını idrak ettiğinde kalbindeki sızı daha da büyümüştü. Anne ve babasına kavuşmayı elbette çok istiyordu. Kardeşinden umudu çoktan kesmişti, belki de çoktan ölmüştür diye düşünüyordu zaman zaman. Ancak bir gerçek vardı ki o da efendisine duyduğu sevgiydi.
Daha bu sabah onun kolları arasındaydı, alnından öpmüştü, yüzünü avuçları içine almıştı. Eliyle efendisinin dokunduğu yanaklarına dokundu tekrar. Sanki onun dokunuşlarını hissetmek istermiş gibi kapattı gözlerini. Taehyung hayatı boyunca gördüğü ve tanıdığı hem en yakışıklı hem de en iyi niyetli insandı şüphesiz ki.
Efendisinin iyi niyetini suistimal ettiğinin farkındaydı Jungkook. Ancak ona karşı hissettiği duyguların karşılıksız olduğunu bilmek canını çok yakmıştı. Efendisinin geçmişte birini sevdiğini öğrenmişti önce, resmini hala sakladığına göre hala unutamamış olmalıydı o çocuğu. Daha sonrasında fark ettiği şey ise ne zaman yakınlaşsalar efendisinin kendisine daha mesafeli davranmaya başlaması olmuştu. Sanki sürekli ona yerini hatırlatmaya çalışıyordu.
Tüm bunlara dayanabilirdi belki. Geçmişe geçmiş diyip geçebilirdi, mesafeli davransa bile yakınlaştıkları her anın kıymetini bilip şükredebilirdi. Ancak efendisinin bir başkasını kendisini sevdiği gibi sevdiğini görmek... İşte buna dayanamazdı Jungkook. Öte yandan daha yan odasında yatarken özleminden yanıp tutuştuğu adamdan böylesine uzak kalmaya gönlü nasıl dayanacaktı, bilmiyordu.
Annesi ve babasını görecek olmak tek tesellisi olsa da hayatının sonuna kadar kendisine bu birkaç haftada cenneti yaşatan adamı özleyeceğini biliyordu. Taehyung unutabileceği biri değildi. Tüm bu hisler minik kalbine çok ağır geliyordu çocuğun. 'Veda öpücüğü bile veremedim' kendi kendine mırıldanıp çantasından çıkardığı gömleğin kokusunu içine çektiğinde aninden tüm duygular bedenine hücum etti ve hüngür hüngür ağlamaya başladı.
- - -
"Efendim, tahmin ettiğiniz gibi civardaki evlerden hiçbirine sığınmamış." Namjoon çocuğun başka birinin kölesi olmaya razı gelmek pahasına kaçmayacağını bildiğinden tahmin etmişti bu senaryoyu. İlla köle olacaksa, bunu en rahat şekilde yapabileceği yer yine efendisinin yanıydı çünkü. Bunu Jungkook'un da bilecek kadar zeki olduğunu anlamıştı.
"Köle pazarına sürün" at arabasının şoförüne verdiği emirin ardından adamlarıyla beraber arabalara binip tekrar harekete geçti. Jungkook, Hyung Shik gibi değildi. Ne bir tanıdığı vardı, ne de para biriktirecek kadar zaman geçirmişti konakta. Bu nedenle tek başına ve beş parasız olduğunu tahmin etmek çok da zor değildi.
Ayrıyeten yaşı çok gençti. Kaçtıktan sonra ne yapacağına dair bir planının olup olmadığından bile şüpheliydi Namjoon. Hoş neden kaçtığını da anlayabilmiş değildi ya neyse. O an adamın tek öngörebildiği çocuğun şehirde belki de tek bildiği yere, köle pazarına gitmiş olma ihtimaliydi.
Bir süre yapılan yolculuktan sonra köle pazarına vardıklarında etrafta insan sayısı oldukça azdı. Köle tüccarları etrafta satış yapabilecekleri kimse olmadığından, boşuna yağmurun altında bekleyen kölelerin hastalanıp ölmesi ve kendilerini zarara uğratmasını önlemek için köleleri alıp ayrılmışlardı çoktan. Zaten saat de iyiden iyiye geç olmuştu.
"Her köşeyi arayın" Namjoon adamlara verdiği emrin ardından kendisi de etrafa bakınmaya başladı. Pazarı alt üst edip çocuğu bulamadıklarında bu yolda ilerlemeye karar verdi. Yolun devamında liman vardı. Belki de gemicilerden kaçmak için yardım istemiştir diye düşündü adam.
Birkaç dakika sonra limana vardıklarında gördüğü ilk gemi kaptanına çocuğu tarif ederek onu görüp görmediğini sordu. Kaptan gördüğünü, ancak bir köleye hiç benzemediği için müdahale etmediğini söyledi. "Peki ne sordu sana, ne tarafa gitti?" Namjoon çocuğu bulmaya çok yaklaşmış olduklarını fark ettiğinden heyecanlıydı. Efendisine bir kez daha eli boş dönmeyi gururuna yediremezdi.
"Busan diye bir yer sordu. Oraya giden bir gemi arıyordu. Ben gitmem diyince de şu tarafa doğru yürüyüp gitti." adamın söylediklerinden sonra Jungkook'un ne kadar öngörülebilir olduğunu düşündü Namjoon. Sonra da 'çocuk işte' diye geçirdi içinden. Efendisi Jungkook'a ilk görüşte vurulduğundan yaşını bilmiyordu onu alırken. Kirli ve yıpranmış bir haldeyken de takdir edersiniz ki çok daha büyük görünüyordu.
Namjoon adama teşekkür edip yanındaki 10 kadar adama kaptanın gösterdiği yöne doğru işaret verdi. Çok kısa bir süre sonra bir geminin tam karşısında, kuru bir köşede yerde uyuyan bedeni gördüğünde ömrünün en büyük 'oh'unu çekmişti. Bedene yaklaştığında çantasını bir yastık gibi başının altına koyduğunu gördü.
'Gerçekten çocuk gibi' diye düşünmeden edemedi. Haftalardır kendileriyle birlikte yaşıyor olmasına ve iyi besleniyor olmasına karşın hala incecikti. Namjoon'un beklemediği şey ise çocuğa yaklaştıkça kollarının arasında, burnuna yakın tuttuğu ve efendisine ait olduğunu kolayca anlayabildiği gömleği görmekti.
- 끝-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Slave | Taekook
FanfictionŞehrin tanınmış tüccarı Kim Taehyung köle pazarından bir köle satın alır. - Fic geçmişte geçtiği için günümüz toplumunda uygun karşılanmayan davranışlar içerebilir. Zaman farkını göz önünde bulundurarak okursanız sevinirim- #taekook - 19.06.2023🥇 #...