Çok sevmek...🤍

631 6 0
                                    



      Istanbulun'un üzerine yine soğuk ve kasvetli bir hava çökmüş, yağmur yavaş yavaş çiselemeye başlamıştı.
Umut ve Nursema yola çıktıktan çok kısa bir süre sonra aracın camına düşen tek tük yağmur damlaları, gittikce hızını arttırmış, aracın camlarına şiddetle çarpan bu damlalar, insanda uyuma hevesi uyandırımıştı.

Çocukluğundan beri yağmuru, yağmurdan sonra oluşan o toprak kokusunu çok severdi Nursema. Gökgürültüsü diğer insanlardan farklı olarak onu ürkütmez, aksine hoşuna giderdi. Küçükken kaç defa gece yarısı yağan yağmuru izlemek için bahçeye koştuğunu, orada uyuyup kaldığını, sabah babası ve annesi namaza kalktıklarında onu bahçede, çimlerin  üzerinde uyurken buluduklarını hatırlamıştı.

Nursema bunları düşünürken yüzündeki tebessümle yan dönerek, bir an bile olsun elini bırakmayan bu adamı yan profilden dikkatli bir şekilde incelemeye, sert çehresinin nasıl da kusursuz olduğunu düşünmeğe başladı.

Birisini sevmek güzeldi, insanı büyütüyor, olgunlaştırıyor, içinin huzurla dolmasını sağlıyor, çiçek açmasına, daha sabırlı bir kişi olmasına neden oluyordu..
Ancak Umut'u sevmek başkaydı Nursema için.
Onu sevmek herhangi birini sevmeğe benzemiyordu.
Umut onun hayatına, ona reva görülen, mutsuzlukla perdelenmiş küçük dünyasının içine bir güneş gibi doğmuştu, bir umut olmuştu...
Umut'un mücadelesi, elini hiç bırakmaması, herkese karşı savaşıp, ondan vazgeçmemesi, imkansızlıklar içinde mumkün kılmıştı her şeyi.
Sabrı, iradesi, merhameti, uçsuz bucaksız sevgisi, kendisine adanmışlığıyla, yalnız kalbine değil ruhuna da dokunmuştu.
Herkesin hikayesinin başrolu kendisiydi, Nursema'nın hikayesinin baş rolü ise Umut du...

Gözlerini bir an için avuçlarını sıkı sıkı saran ellere çevirdi. Avuçlarının sıcaklığı yalnızca ellerini değil, kalbini de ısıtıyordu.
Nursema elindeki baskısını arttırınca Umut'un da dikkatinin kendisine yönelmesini sağlamıştı. Kısa bir an için sevdiğinin yüzüne bakıp, bakışlarını tekrar yola çevirip, iç gıcıklayıcı bir ses tonuyla sordu
"Manzaran güzel galiba? Bak bak bitiremedin"
"Tahmin bile edemessin manzaramın güzelliğini"

Nursema'nın duru sesiyle bunu söylemesi Umut'u şaşırtsa da hoşuna gitmişti. Onun utangaç hallerinin zaman zaman  yok olup, muzip bir hal alması onu keyiflendiriyordu.
Dudakları yukarıya doğru kıvrıldı,
"Demek öyle. Senin adına sevindim" bakışlarını tekrar kısa süreli ona çevirip, "sonuçta hayatın boyunca hep bu manzarayı seyr edeceksin " dedi, ona çok yakışan gülümsemesi ile
"Benim şikayetim yok, memnunum halimden. Ancak yola bakmassan, Allah korusun hem senin hem de benim izlediğimiz son manzara olucak" Nursema arkasına yaslanıp, Umut'u da yola bakması için uyarmıştı.

2 saat'ten fazla bir zamandır yoldaydılar artık. İstanbul'un sınırlarına çıkmıştılar. Nursema nereye gittiklerini sormamıştı, aslında Umut yanında olduktan sonra nereye gittiklerinin bir önemi de yoktu onun için, ancak yol uzadığı için merak duygusu da artmıştı bir hayli...

Umut da artık bir şeyler söylemesi gerektiğinin bilincindeydi. Avucundaki elleri dudaklarına götürüp, koklaya koklaya öptü defalarca avuç içlerinden. Ellerini dudaklarının üzerinde gezdirerek,  "Seni çok güzel bir yere götüreceğim. Bayılacağın, kimsenin bizi rahatsız etmeyeceği, huzurla dolu bir yere" deyip tekrar öpmüştü ellerini.

Nursema gülümsedi.
"Bana bugün söyleyeceğim şey bu muydu?" dedi meraklı bir tınıyla.
"Evet. Aslında bir kaç gündür planladığım bir şeydi. Hatta bir az erkene çektim" Nursema'ya dönüp göz kırptı, "aceleye geldi bir az, apar topar oldu, kusura bakma" dedi tebessüm ederek.
"Niye erkene çektin peki?" kaşlarını çatıp, meraklı gözlerle izlemeğe başladı Umut'u.
Umut'un yüzü düşmüştü aniden, bakışlarını yola odaklamış, sessiz kalmıştı bir süre.

UmNurHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin