•Misunderstood

107 15 63
                                    

"Bu uzuvları cidden.. pişirecek misin?!" Xiao şaşkınlıkla sesini yükseltti, konuşma şekli tiksintili çıkmıştı ve çok keskin bir sesle, yüz ifadelerinden ne kadar kızgın olduğu ortadaydı. "Deli misin sen?! Nasıl olur da bunları yiyebilirsin?!" dedi Xiao, ona çok kızgın bir şekilde bakıyordu.

"Böyle bir şeyi nasıl yapabilirsin!?"  diye sordu tekrardan, Aether'e çok ciddi bir yüzle bakarak, ne kadar hayal kırıklığına uğramış olduğu ise sesinden anlaşılıyordu. "Bunlar insan uzuvları!" diye ekledi, kimsenin onu duymadığından emin olmak için etrafına bakındı.

Aether hâlâ aç, uykulu ve susuzken konuştu; "Ben yalnızca iki gündür yemek yememiş bir insanım, vahşi bir hayvan değil. Elbette onları pişirmeyeceğim.. Ama.. en azından cesetlerin kime ait olduğunu bilmek istemez misin?"

İyi de Aether bunların kim olduğunu nasıl anlayabilir.. Orada sadece.. insan eti var.

Xiao yeniden iç çekti; "Onları yiyecek kadar aptal olmadığın sürece sorun yok.. Ve haklısın, merak etmediğimi söyleyemem." Xiao'nun tonu her zamanki gibi (?) sakindi; "Peki nasıl yapacaksın?" Yine de onun, böylesine korkunç bir durumda bu denli sakin kalabilmesi Xiao'ya çok garip geldi, Aether hayatında daha kötülerini bile görmüş gibi görünüyordu.

"Bunu kimin yapabileceğini bile bilmiyorum." diyen Xiao ekledi; "Ya da herhangi birinin bu cehennemde nasıl olur da bu kadar.. acımasız ve iğrenç olabileceğini."

"Ben de anlam veremiyorum.. Ancak her şey bir yana, bazı ipuçları bulabilirim, sadece.. görmemek için arkanı dönsen iyi olur. Kendi iyiliğin için yani."

Xiao yeniden iç çekti; "Herneyse." Ardından anında arkasını döndü. "Ne yapman gerekiyorsa yap gitsin." dedi, "insan eti" görme fikrinden hoşlanmadığı için yüzünü ekşitti.

Birkaç saniye bekledikten sonra geri dönüp Aether'e baktı, yüzündeki ciddi ifade geri gelmişti. "Pekâlâ, bir şey buldun mu bari?" Bu sefer sesi öncekinden daha yumuşak çıkmıştı.

Aether son ipucunu da aldı, küçük plastik torbasına bir saç teli daha koydu, sonra çantasını kapattı ve kanlı eldivenlerini bir kenara atarken ayağa kalktı.

"Bunları daha sonra kontrol edeceğim.."

Üzgündü, ancak kalıntıları kontrol etmek istemesinin kişisel bir nedeni var gibi de görünüyordu.

Yine de oldukça garip, Aether resmen bir saç telini "ipucu" olarak tuttu sonuçta. Ve o sırada Xiao'nun yüzündeki, bir anda ciddiden biraz kızgın ve endişeli bir ifadeye dönüştü.

"Örnek olarak, şu saç teli, senin için ne anlam ifade ediyor?" Yumuşak, ama hâlâ biraz kızgın bir tonda sordu, Xiao'nun neler olup bittiğini epey merak ettiğini bakışlarından anlayabilirdin.

"Neden bir tutam saçı 'ipucu' olarak sakladın?" dedi ve ekledi; "Düşündüğüm kadar.. Saf bir çocuğa benzemiyorsun, kendine göre sebeplerin var gibisin." dedi Xiao, şüpheyle kaşlarını çattı.

Aether "..artık gitsek iyi olur, zombiler yaklaşık iki dakika içerisinde buraya girmenin bir yolunu bulacaklar." demekten fazlasını yapmadı, üst kata doğru çıkmaya başladığında Xiao'ya herhangi bir cevap bile vermedi.  Aether hâlâ epey şüpheli davranıyor, Xiao henüz onun adını bile bilmiyorken.

"Pekâlâ, gidelim bakalım." Xiao ciddi bir ifadeyle Aether'a bakarken yanıtladı. "Ayrıca yüzüne söylemeden de edemeyeceğim, oldukça şüpheli birine benziyorsun."

Yüzü çok ciddi olmasına rağmen hâlâ kalbindeki endişeyi görebilirdin, Aether'in güvenliği konusunda açıkça endişeliydi ve onun hakkında daha fazla şey öğrenmek istiyordu. "Ayrıca, dını sormadğımı farkettim. Benim adım Xiao." diye başladı, yüzü endişe ve merak karışımı bir şeye benziyordu.

Aether yukarı doğru yürürken anlık ona baktı. "Adımın önemi bile yok.  Bana ne istersen diyebilirsin, Xiao. Fikrimi değiştirmeye karar verdim ve bu binadan sağ salim ayrılmana yardım ettikten sonra yollarımızı ayıracağız."

Aether hâlâ o kadar bitkin, aç ve susuz görünüyordu ki tek başına hayatta kalması mümkün değil gibiydi.

"Bu fikir hiç mi hiç hoşuma gitmedi" Xiao sert bir şekilde söylemişti bunu, üstelik, konuşabilmeleri için Aether'ı da durdurdu. "Yalnız kalacak durumda değilsin, artık senden ben sorumluyum." Sakin bir tavırla devam etti, katı bir yüz ile, gözleri Aether'in altın rengindeki gözlerine en derin şekilde bakıyordu, Aether'ın, kendi söyledikleriyle ilgili ne kadar emin hissettiğini görmesini sağlamaya çalışıyordu.

"İkimiz birlik olalım ve buradan öyle çıkalım." Kararlı bir tonda ekledi; "Ayrıca bana söylemediğin bir şey olduğunu hissediyorum." dedi, bit yandan da Aether konusunda şüphe doluydu.

"İnan bana Xiao, birden fazlasını saklıyorum. Ve... kimseye yük olmayacağım, özellikle de sana."

Aether ikinci kattaki bir odaya girdi, ardından kapıyı arkalarından kilitledi ve kapıyı daha da iyi kapatabilmek için bazı nesneler koymaya çalıştı. Ama... çatıya çıkmaları gerekiyordu? Hâlbuki Aether, onları kelimenin tam anlamıyla bir odada mahsur bırakmış oldu..

"Birden fazla 'şey' derken neyi kastediyorsun?" Xiao çok keskin ve sert bir sesle sordu; "Ne saklıyorsun? Hadi, bana gerçeği söy-.." Yüzü ve sesi her zamankinden daha ciddileşerek devam etti, kaşları hâlâ çatıktı, Aether konuşana kadar bekliyor gibiydi.

Evet. Xiao odanın bir tuzak olduğunu o an fark etti. "Bekle bir daki- neler oluyor?!" Hayal kırıklığı içinde Aether'a baktı, yüzü daha önce hiç olmadığı kadar kırmızıydı. (Kızgınlıktan dolayı elbette.)

"Bizi neden buraya kilitledin!?"

Aether birdenbire vücudunu Xiao'ya yaklaştırırken elini Xiao'nun dudaklarına koydu. Xiao sırtını kapıya verirken gözlerini kırpıştırdı, çok yakındılar.

Ve..

~~~

Ve?

Yb..?

:3

The Prophecy Of The Wind Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin