-When Will I Learn?|

116 15 42
                                    

812 kelime ile iyi okumalar millet, 30 yorumda yb gelecek~

~~~

Xiao, Aether'ın boynuna bakmaya devam etti.

"Bağışıklık? ..Tam olarak değil, ama öyle de diyebiliriz sanırım."

"Aman Tanrım.." Xiao, Aether'ın cevabını duyunca derin ve hüzünlü bir iç çekti, gözleri daha da meraklı ve soru dolu bir hâl alırken, yüzü daha da stresli bir ifadeyle bakıyordu.

"Nasıl?" Sonra daha da merakla sordu; "Virüse direnebilmek.. senin için nasıl mümkün oldu?" Aether'ın boynuna bakarken konuşmaya devam etti, sesi daha da yumuşamaya başlamıştı, gözleri daha nazik, ve üzgün bakmaya başladı.

"Benim için endişelenme, Xiao. Ben kendim ile ilgilenebilirim." Xiao'nun ellerini tuttu.

"Yine de.. Söyle bana.. nasıl hayatta kalıyorsun?" Sakin ve yumuşak bir ses tonuyla, çok daha fazla empati ve endişeyle sordu.

"Kim olduğumu söyleyemem, veya bunun nasıl mümkün olabildiğini.. Ama sadece iyi olacağımı bil. Hatta.. bizden iyi olan tek kişi ben olacağım.. Sen yalnızca kendini savunmaya odaklan."

Aether ona nasıl hayatta kaldığını söylemeyi reddettiği için Xiao'nun yüzü daha fazla endişeyle doldu ve Aether'a bakarken gözleri daha da stresli bir hâlde bakar oldu. Konuşmaya devam ettikçe sesi daha da alçak ve yumuşaklaşıyordu ve yüzündeki endişe daha da artıyordu.

"Ama- ama... Ne zamana kadar.. 'iyi' olacaksın?"

"Gerçek anlamda.. 'Yaşadığım' sürece."

Bu nasıl bir cevap böyle..

Aether yanıt verirken Xiao kalbinin eskisinden daha da kötü kanadığını hissetti... Aether'a bakarken yüzü daha da üzgündü, gözleri hâlâ üzüntü ve empatiyle doluydu. Başını salladı ve derin, hüzünlü bir nefes alıp daha üzgün, öncekine oranla daha sessiz bir tonda konuştu, sesindeki kırılma daha da artıyordu. Konuştukça gözleri daha soru dolu bir ifadeyle bakıyordu Aether'ın gözlerine.

"Ben.. hâlâ anlamıyorum.."

Aether elinin birini Xiao'nun yanağına koydu.

"Yapabileceğimi bil yeter."

Saati sinyal vermeye başladığında elini Xiao'nun yanağından çekti ve haritasına baktı; "..."

Aether, Xiao'nun yanağına dokunduğunda, "Ama.. ama!" Xiao birden, yumuşak bir sesle cevap verdi, yine empatiyle Aether'a bakarken sesi yırtılmıştı; "Hâlâ anlamıyorum!... Nasıl?!"

"Bunu bilmek için her şeyi anlamana gerek yok. Bana güven. Yapabileceğimi biliyorum."

Aether saatindeki bir düğmeye bastı.

"Şimdi gidiyorum. Üssünüzde kal, Xiao."

Ama sokaklarda zombiler var.. nasıl bir hiç gibi yürüyebileceğini sanıyor ki, bağışıklık sistemi ne kadar güçlü olabilir?

"Lütfen... kendine dikkat et." Xiao çok daha üzgün bir sesle mırıldanmasının ardından Aether kapıyı kapattı ve Xiao'nun üssünden ayrıldı. Xiao onun için çok endişeliydi.. En azından Aether'in gideceği yere kadar onu takip etmek istiyordu ama bunu yaparken de sessiz kalmalıydı.

Aether üssü terk ederken Xiao bir an orada durdu. Gözyaşlarını daha fazla tutamadığından gözleri daha da hüzünlendi ve gözyaşları akmaya başladı.

"...- elveda..?" *yumuşak bir ses tonuyla konuştu; "Aether.." Aether'ın gidişini izlerken fısıldıyor, yüzünden gözyaşları akmaya başlarken sesi öncekinden çok daha sessiz ve üzgündü. .. ve kendi gözyaşlarını silerken bir anlığına elindeki tabancaya baktı, sonra yüzüne ciddi bir bakış attı ve üssü terk ederek Aether'ı takip etmeye başladı.

Takip ederken Aether'ın bir ağacın arkasına saklandığını gördü ve bir düğmeye bastıktan sonra saatine 'Şimdi' diye fısıldadı. Xiao hiçbir şey anlamadı ama birkaç saniye sonra sokaklardaki zombiler resmen koşmaya başlamıştı. Aether'e doğru değil, binaların içine. Sokakları boşaltmaya başladılar, Xiao'nun sessiz kalmaktan başka seçeneği yoktu.

Xiao bir anlığına zombilere ciddi ve endişeli bir yüzle baktı. Bu şekilde kaçmaları kesinlikle tuhaftı ama orada kalıp zombilerin oradan nasıl kaçtıklarını merak etmeye devam edemezdi. Daha sonra tekrar o yere doğru yürümeye başladı ama zombilere ses çıkarıp da bir uyarıcı vermemek için herhangi bir gürültü ya da ses çıkarmamaya dikkat ederek.. Aether'a bunu nasıl yaptığını sormak istedi ama sorulara zaman yoktu.. sadece Aether'ı sessizce ve dikkatle takip etmeye devam etti, Aether'ın bu zombileri nasıl bu şekilde kaçırdığını anlamaya çalışıyordu.

Xiao hâlâ Aether'ı izlerken Aether tıbbi eldivenlerini ve gözlüklerini giymeye başladı. Sonra sokaklar boşalırken Aether etrafına baktı, insan uzuvlarına ve cesetlerine baktı. Ardından ise... 'ipuçları' aramaya başladı, saç tellerini.

Xiao, Aether'ı takip ederken, Aether'ı izlemeye devam ederken bu cesetlerin önünde bir anlığına durmaktan kendini alamadı... dehşet içinde cesetlere ve kana bakıyordu, kesinlikle kolay bir manzara değildi... hatta tüm o masum hayatları görmek Xiao'nun içini umutsuzluk ile doldurdu.

...

Aether saç tellerini bulup onları küçük tıbbi çantasına koyuyordu. Neden saç arıyor ki? Hepsi.. kan ve cesetler sonuçta?

"Aman tanrım..." Xiao bunu görünce derin ve üzgün bir iç çekti, yüzü çok daha fazla üzüntüyle doldu, gözleri daha çok yaşlandı. İzlemeye devam ederken gözlerinden küçük bir yaş aktı ve yüzünden aşağı doğru aktı... buna engel olamadı, tüm bu kan ve dehşet onun kalbini öldürüyordu. Çabucak gözyaşlarını silmeye çalıştı... ama bir gözyaşı daha, sonra bir tane daha... ve bir tane daha... gözlerinden kontrolsüz bir şekilde düşmeye başladılar.

"ah- tanrım..." Kırık bir ifade ve ve paramparça bir ses ile demişti, zihni saf acı içindeydi.

Aether aldığı diğer saçın rengini görünce gözleri irileşti. Diğer eliyle küçük bilgisayarını alıp bunun kimin saçı olduğunu bilip bilemeyeceğini analiz etmek için içine koydu.

"Lütfen.. Tanrım.. umarım o.. umarım o değildir.."

Fısıldayarak kız kardeşi Lumine olmaması için dua etmeye başladı, sonra sonucu görmek için yavaşça gözlerini açtı, şok içinde baktı.

...

"...Klee?"

DNA sonucuna şokla baktı, hâlâ şok içindeydi ama en azından kız kardeşi değildi.

"Bunu Albedo ve diğerlerine nasıl açıklayacağım bilmiyorum ama.. Huzur içinde yat.. Klee.."

~~~

Yb?

The Prophecy Of The Wind Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin