18-

4.4K 418 81
                                    

Küçük bir aydınlatma; Zehir hafızasını kaybetmeden önce Arapça biliyordu. Goril ve etrafındakiler de Arapça konuşuyorlar.

02.09.23

Zehir Deliveren

Dağın başında oturmuş, atış talimi yapan çocuk ve büyükleri izliyorum. Kurşunları nereden buluyorlar, bilmiyorum ama rahatça kullanabilmeleri ilgimi çekiyor. Bazıları öyle saçma yerlere atıyordu ki ben bile şaşırıyordum. Silah seslerine alışmıyordum, yine de izlemesi keyifli çünkü başka yapabilecek bir şeyim yok. Bir mağaradan acı çığlıklar yükseldiğinde kaşlarımı çattım. Ne oluyor? Çığlıklar ve yakarışlar öyle tanıdık geliyordu ki ayağa fırladım.

O mağaraya gidecekken biri kolumu tutmuştu, görevli çocuklardan biri; "gitme oraya."

"Ama biri acı çekiyor."

"Cezasını alıyor, yapmaması gereken bir şey yaptı." Kadın çığlıkları devam ederken kalbim hızlanmıştı. Çığlıklar öyle tanıdık ki içimden biri sen de öyle bağırmıştın diye ağlıyordu. Gözlerim dolduğunda çocuk, beni zorla kenara çekti ve iç çekti. "Ağlama. Goril'in oğluna ağlamak yakışmaz."

"O kadının canı yanıyor," dedim mağaraya doğru bakarken.

"Hakketti. Bak ağlarsan sonun onun gibi olur." Gözyaşlarımı silip yüzümü milletten saklamaya çalışıyordu. "Oğlum ağlama diyorum. Bak Goril'in oğlu falan dinlemezler, vücudundaki tüm yaş bitene kadar ağlatırlar. Hadi lan! Kes şu ağlamayı."

"Kadını kurtaralım. Lütfen, ne istersen yaparım."

"Ne istersem mi?" Sorusunu onayladığımda koşarak o mağaraya doğru gitti, anında yeni yaşlarımı sildim. Nasıl, ne yaptı bilmiyorum ama çığlıklar dindi. Mağaradan onunla beraber beş adam çıktığında o çocuk yanıma döndü ve kolumdan tutarak mağaraların göremediği bir oyuğa getirdi. "Sıra ne istediğimde," dedi etrafına bakınırken.

"Ne istiyorsan yapacağım, söz."

"O ilaçları içme. Babanın içip içmediğini kontrol ettiğini biliyorum, ama gerekirse dişinin arasına sok, gerekirse yutup anında kus. Bir şekilde o ilaçtan uzak dur. Anladın mı beni?"

Babamın kendi eliyle içirdiği ilaçlardan mı uzak durayım? Cebinden bir peçete çıkarıp bana verdi, onun içinde de birçok hap vardı.

"Bunlar sadece ağrı kesiciler. Değiştirebilirsen bunları o ilaçlarla değiştir tamam mı? Sen bunu yap, ben buradaki her acı çığlığı susturayım. Anlaştık mı?" Onu kabul ettiğimde beni yanından gönderdi, kendisi orada kaldı. Peçeteyi kıyafetime saklayıp mağaralara doğru adımladım. 

Kabil Deliveren

"Ya var ya, bu ağzına sıçtığımın Goril'i domuzlaşmış. Bak size söyleyeyim, Hindistan'daki maymunlar bile bunun yanında daha çok insana benzer. Ya bir insan dağda yaşar da bu kadar yukarıda mı yaşar? Bıktım ulan! Bıktım." Nefes nefese kalmış Baykuş bir eliyle alnındaki terleri siliyordu.

"Üç gündür yürüyoruz Kurt, gelemedik mi?" Nefesleri hızlı Ayı'nın da sessiz şikayetini duyduğumda üzülmeden edemedim. "Ya Kurt, sana inancım sonsuzdur. Pusulaya, haritaya inanmam ama sana inanırım da abi buradan hayvan bile geçmemiş. Biz bu itleri..."

"Geldik." Kurt'un tek kelimesiyle hepimiz olduğumuz yerde kaldık, uçurumun kenarında. Etrafa bakmamız gerekirken pusacak yer arayan Kurt'a bakıyorduk. Kurt konuşmazdı, konuşmayı sevmezdi o yüzden açıklama yapmasını beklemek saçmalıktı. Önümdeki uçuruma doğru ilerlediğimde onlarca mağaranın karşıda olduğunu, oralardaki puştları gördüm. Lan!

"Kurt'um, ananın bayramlık baklavaları benden," diye fısıldadı Baykuş. "Sen bu yolu nereden biliyorsun? Abi üçüncü gözlerini bile açsalar bizi burada göremezler. Hepsini indiririz." Heveslenen Baykuş, puştlara tek tek bakıyordu.

"160 kişiyi indirmeye çalışırken onlardan biri de Zehir'i indirir." Dürbünle bakan Ayı iç çekti. "Mağaraların içlerindekileri de saydım, 160 kişiler."

"Zehir'i gördün mü?" Soruma başını sallayıp en tepedeki mağarayı işaret etti. Dürbünümü çıkarıp ben de baktım. Kardeşim sessizce oturmuş, etrafına bakıyor. İyi! Yüzünde yara yok, gözlerinde aynı boş bakışlar var. O iyi lan! Şükrederek dizlerimin üzerine çöktüm. 

"Abi çocuğa yemek mi vermiyorlar anasını satayım? Bir deri bir kemik kalmış," diyen Baykuş, silahının dürbününden bakıyordu.

"Onun normal hali o," dediğim an Kurt bile dönüp bana bakmıştı. "Yemek yemekten nefret ediyor, midesi bulanıyor. Her yediğini de çıkarıyor."

"On sekiz yıldır şans eseri yaşamış o zaman ha? Bir Deliveren olduğu nereden belli anasını satayım, açlıktan bile ölmüyor." Ayı'nın sözlerine gülerek tekrar kardeşime döndüm. Yanında hareketlilik gördüğümde dürbünle bakındım; Goril yanına gidip kardeşimin şakağından öptüğünde dişlerimi sıktım. O sevmez lan öpülmeleri!

"Goril'e baba diyor." Ağız okuyabilen Kurt'un açıklamasıyla kalakaldım. Goril'in konuştuktan sonra kardeşime bir şeyler içirdiğini izlerken tüm kanım, uçurumdan aşağıya akıyormuş gibi hissetmiştim. Ekip de sessizleştiğinde dürbünümü indirdim. 

"Hoş geldin Kurt abi." Ormandan aniden ses duyduğumda terörist kıyafetleri içinde bir genç çocuk gördüm. Kurt sadece başıyla selam verdi. "Buraya geçen hafta getirdiler, hafızası yerinde değil ve sık aralıklarla uyutup uyuşturucu veriyorlar.  Uyuşturucuyu 'ilaç' diye kakalıyorlar. Zehir'i ilaçları içmemesi konusunda uyardım, değiştirebilmesi için de ağrı kesiciler verdim. Hafızası hâlâ yok, ama Arapça konuşulan her şeyi anlıyormuş gibi bakıyor."

"Sen kimsin anasını satayım?" Ayı'nın sessiz dehşetine güldüm.

"Ben Sinek, abi. İstihbarattanım, böyle inlere sızıp askerlere yardım ediyorum."

"Kaç yaşındasın oğlum sen?" Sorumdan sonra başını iki yana salladı. Söyleyemezdi, yaşı ve gerçek adını saklamak zorundaydı. Ama öyle küçük duruyordu ki istihbaratçı olması için yaşı yok gibiydi.

"Ne yapacaksınız? Destek mi çağıracaksınız yoksa dalıyor muyuz?"

"Hallederiz." Kurt'un tek kelimesiyle çocuk başını salladı. "Sinek, ol."

"Hocam sensin Kurt abi, bana bir şey olmaz. Yakalanmam," diyen çocuğun gözlerinin içi parlıyordu. Geldiği gibi gittiğinde iç çektim. 

"Çocuk kaç yaşında Kurt?" İnatla sorsam da Kurt önüne döndü. "Kurt."

"Küçük," dedi sadece. Sonra gözlerini kıstı: "Büyük."

"Bu nasıl cevap anasını satayım? Küçük mü büyük mü?" Baykuş'un tekrar iç sesime ses vermesini tebrik ettim.

"Yirmilerinde mi?" Ayı'nın sorusunu onaylayan Kurt, dürbünle Sinek lakaplı çocuğu izliyordu. "Şu İsrail görevinde tanıştığın çocuk değil mi?"

"Sen tanıyor musun Ayı'm?"

"Bir ara anlatmıştı; İsrail görevinde bir çocuk onu her delikten sokabilmiş, görevi başarılı bitirmesine yardım etmiş." Ayı'nın anlatımına kaş çattım.

"Kurt bu kadar konuşmaz." Baykuş'la aynı anda söylediğimizde Ayı güldü.

"Konuşmadı zaten, tek tek söylediği kelimelerden bunları çıkardım. Kurt'la yan yana kalmaktan onu ezberliyorum."

Ayı'yı işaret eden Kurt; "kardeş seviyorum," dediğinde Ayı da ona karşılık verdi.

Önümdeki mağaralara geri döndüm; geldim kardeşim. Artık orada yalnız değilsin.

Zehir -Erkek VersiyonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin