17-

4.3K 378 65
                                    

02.09.23

Zehir Deliveren

Gözlerimi açtığımda bulunduğum mekana baktım, mağaranın içi ve ortada ateş yanıyor. Dışarıda hava aydınlık olsa da burada keskin bir soğuk var. Yemek yiyen babam, bana dönüp tebessüm ettiğinde ben de ona karşılık verdim.

"Uyandıysan gel yiğidim," diyerek beni çağırdığında kalkıp masadaki yerimi aldım. Yer sofrası ve eliyle yiyor... "Dünden beri uyuyorsun, nasılsın?"

"Dünden beri mi? Başımın ağrısı o yüzden miydi?" Soruma yanıt olarak başını salladığında peçetedeki ilaçlara baktım. Kim bilir ne içindi onlar?

"Doktor ilaçların çok uyku yaptığını söylemişti, korkmana gerek yok." Sadece başımı sallayıp gözlerimi kapadım.

Mağaraya izinle giren bir kadın farklı dili konuşmaya başlasa da anlıyordum; Celladın timi yola çıkmış, şimdi haber geldi diyordu. Cellat timi de ne? Babam, Kabil de başlarında mıymış? diye sorduğunda kadın onayladı. Neden Arapça konuşuyorlar? Amaçları ne? Biz neredeyiz? Kabil ismi bana niye tanıdık geliyor?..

"Celladın timi geliyormuş," diyen babam kadını tek el hareketiyle göndermişti.

"O ne?"

"Askeri tim, seni almaya geliyorlar, öldürüp bir çöpe atacaklar. Tabii çektirdikleri işkencelere dayanabilirsen ölmezsin." Vücudumu sarması gereken korkunun yerinde boşluk vardı. "O başlarındaki komutan var ya, o komutan! Cellat o komutandır işte."

"Neden lakabı Cellat ki?" Sorumdan sonra babam kaşlarını çattı.

"Evlatlarımı, abilerini, ablalarını operasyonda teslim olmazsa öldürüp kellelerini gövdelerinden ayırıyor. İnlerimize atıp gidiyor." Şaşkınlıkla gözlerim kocaman açıldı. "Ya! Ona o yüzden cellat deriz, yanında hep balta taşır. Nice abini, ablanı öldürdü."

"Ama neden?" Bu sefer küfürle cevap verdiğinde kalbim kırıldı. Cellat'dan korkmam gerekirken neden kırılmış hissediyorum.

"Onu gördüğün an kafasına sık, tamam mı? Bombalar at. Acıma. O da sana acımaz," dedi gözlerimin içine bakarken. Hissiz sağ koluma baktığımda babam da sessizleşmişti. "Bu kolla da bir halta yaramazsın."

"Goril gelem mi?" Türkçe konuşan başka birini duyduğumda mağaranın girişine döndüm. Babamdan onay alan adam içeri girip bazı silahlar için bilgilendirdi ve aniden bana baktı. Kaşlarını çatarken bir kaşını kaldırdı. "Kim bu, Goril?"

"Oğlum, biliyorsun. Çok konuşma, zaten sesler duyup duruyor. Zahir'in oğlu." Zahir, Kabil?.. Bunlar bana neden tanıdık geliyor? Ben niye Arapça biliyorum, bunları niçin Arapça söylüyorlar?

"Albay Zahir'in mi? Ne o oğluna yemek vermiyor muymuş, zayıflığa bak. Ne yapacaksın?" Adamın soruları sinirlerimi bozuyordu.

"Ne bileyim. Ya bu Cellat'a sıkar ya da ben bunu Cellat'ın önünde öldürürüm. Cüneyt'i ne yaptınız?" Öldürecek mi beni? Ama hani babamdı?

"Çoktan öldürdük, bulsalar da anca mezarını bulurlar. Goril yine de sen bilirsin, ama bu it bana çok tanıdık geliyor. Emin misin albayın oğlu olduğuna?" Adamın yüzüne baktım, hatırlamak istedim. Tanıdık geliyor dediğinden ben de zihnimi zorladım, yok. Hatırlayamıyorum.

"Hadi git artık. Oğlumla yalnız bırak beni." Adını bilmediğim herif gittiğinde babam ensemden çekip anlımı öptü. "Senin sayende çok mutlu olacağım oğlum," derken tekrar öpmüştü.

"Midem bulanıyor," dedim içimde kıvranan karnımı tutarken.

"Bir şey yemedin, o yüzdendir. Gel kahvaltı edelim." Babamın elleriyle yediği yemeklere dokunmak istemesem de midem çok kötüydü, belki yersem düzelir?

Kabil Deliveren

"Senin ben astarını sikem Goril gibi. Anandan emdiğin sütü kıçından çıkaram. Sıçtığımın sıçtığı resim Goril!" Söylenerek yürüyen Baykuş sinirle yerdeki taşlardan birine tekme attığında taş sekip önündeki Ayı'nın ayaklarına vurdu. "Özür dilerim Ayı'm, sana atmak istemedim."

"Sıkıntı yok, devam et. İç sesimize can oluyorsun." Ayı'nın sıkkın sesi onca şeye rağmen beni üzebiliyordu. Timim benim için özeldi, hangi durumda olursam olayım onların hislerine bile dikkat etmek istiyorum.

Görevde olduğumuzdan lakaplarımızla konuşuyor, bu dağ yolunda yürüyorduk. Helikopter bizi bırakalı yarım gün oluyor, hava kararmaya başlıyordu ama duramayız. Baykuş keskin nişancımızdı, üç yüz metreden adamın pipisini vurduğunu bilirim ve gerçekten başını bir baykuş gibi tam döndürebiliyor. Timin gözdelerinden olduğu için küfürleri, hataları göze batmaz.

Ondan sonra Ayı geliyor, kendi elleriyle insanları tek darbede öldürebildiğinden bu lakabı almıştı. Bir de Kurt'umuz vardı, suyun içinde bile izleri takip edebilirdi. Bütün yollar onun ezberinde olduğundan asla harita kullanmazdı. Onun sayesinde nice yerlerden kurtulmuştuk. Tim haricinde en çok görev alan oydu, bazen istihbarat için farklı görevlere bile çıkardı. Dört kişilikti timimiz ve onlarca kabile indirmiştik.

"Cellat, kardeşin günlerdir onların elinde. Bulduğumuzda eskisi gibi olamayabilir, biliyorsun değil mi?" Ayı'nın sorusu günlerdir kafamdaydı.

Eğer eskisi gibi olmazsa buna sevinebilirdim, kendi vücudundan tiksinen çocuğun her şeyi unutması mucize olabilirdi. Ama aynı zamanda o orospu çocuklarının düşünce yapılarını da benimseyebilirdi.

"Biliyorum," dedim sadece.

"Durun." Kurt'un emriyle durduğumuzda etrafa bakındı ve kaşlarını çattı. Sakince bekledik, yeni bir iz bulmuş olabilir. "Bu taraftan," derken hiç geçilmediği belli orman yolunu gösteriyordu. Bütün çimenler yukarı doğru, hiç üzerlerine basılmamış.

Emin misin diye sormadık, çünkü Kurt hiç yanılmamıştı. Sessizce onu takip ederken Baykuş başını çevirip etrafa bakıyor, bir hareketlilik arıyordu. Yanımızdan geçen kocaman yılana bakarken tebessüm ettim. Zehir, hayvanları severdi.

Zehir -Erkek VersiyonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin