31.BÖLÜM "HABER"

2.9K 219 29
                                    

Ulan.. bu kitap çok değişik listelere ekleniyor. Dün birisi "belki okurum" listesine eklemiş.. üzüldüm.

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.

***

(3 yıl sonra)

Kapüşonumu başıma geçirerek biraz önce çıktığım apartmanın kapısını kapattım. Soğuktan üşüyen bedenimin aksine ellerimi cebime koyarak onları ısıtmaya çalıştım.

Yavaş yavaş yürümeye de başladığım sırada sokaklardaki çöpleri görmemeye gayret ederek yürüyordum.

Çünkü oturduğumuz mahalleye çöpçüler uğramıyordu. Buranında insanı alışmış her şeyi yere atıyorlardı.

Gökyüzüne başımı çevirip kış güneşiyle göz göze geldim. Onunla her sabah yaptığım yüzleşmenin bir işe yaradığını düşünmüyordum ama yapıyordum.

Belki de kendimi sadece buna inandırmak istiyordum.

Bunun bir yüzleşme olduğuna.

Önüme dönüp tekrar yürümeye başladım. Sokağın sonundaki siyah araba gözüme çarptığında plakasına baktım. Aynı marka, aynı plaka, aynı renk...Üç yıl boyunca her adım attığımda beni takip eden o araba.

Yıllardan bahsetmişken..

Üç yıl geçmişti o günün üstünden, tam üç yıl. Kendimizle birlikte tüm cezaevini alevler içinde kalana dek yaktığımız günün üstünden tam üç yıl geçmişti.

O gün yangının başlamasından bir süre sonra itfaiye gelmiş, herkesi teker teker çıkartmaya çalışırken yangını söndürmüşlerdi. Ama içimdeki intikam ateşini söndürmeye güçleri yetmemişti.

Sonra nasıl olduysa o olaydan sonra hepimize af çıkmıştı. Hiçbirimiz başka bir cezaevine sevk edilmemiştik.

Tahliyemiz çıkmıştı.

Ondan sonra da yollarla, koca şehirle imtihanımız başlamıştı. Furkan'la ben birlikte, Mehmet amca ve Vedat abi de alt katımızda yaşıyorlardı. Mehmet amcanın tanıdığı sayesinde eski bir mahallede yine eski bir apartmanda daire bulabilmiştik.

Dairemiz pek iç açıcı değildi. Duvarlarda rutubetler ve çatlaklar vardı. Furkan onlara boya yaparak üstünü kapatmaya çalışsa da hâlâ oradan kendilerini belli ediyorlardı.

Furkan'la birlikte sıcak ev havası verebildiğimiz kadar vermeye çalışıyorduk. Ancak yapabiliyor muyduk.. orasını bilmiyorum işte. Mutfakla salonumuz birleşikti. Mutfaktan çıkınca bir balkon karşılıyordu sizleri. Orta genişlikte bir banyomuz ve tuvaletimiz vardı. İki tane de odamız vardı. Oraya birer yatak sığdırabiliyorduk.

Ara sokaklardan geçip, çalıştığım kafenin personel kapısından içeriye kartımı göstererek girdim. Ben bir kafe de kasiyer olarak çalışıyordum.

Güç bela bulduğum bu işte ikinci yılımdı.

Furkan ise boya, badana işi yapıyordu. Onu boyalarından ayıramamıştık. Mehmet amca mahallenin kahvesinde çalışıyordu. Vedat abi ise tamirhane de.

Soğuk havadan sonra sıcaklığın tenime işlemesi bir iğnenin sürekli batmasından farksız gibi geliyordu. Hırkamı çıkardım, yaka kartımı taktım.

Çalışanlardan selam verenleri aldım, vermeyenleri görmemeyi seçtim. Her zaman yaptığım gibi. Kasada duran Nida'nın yanına geçersek ona seslendim. "Kasa değişimi." dediğimde başını sallayıp uykulu gözlerle telefonunu alıp yanımdan ayrıldı.

Burada bazı aralıklarla çalışma saatlerimiz vardı. Sabahçı ve Akşamcı olarak ayrılıyorduk. Mesela kasaya Nida ve ben birlikte bakıyorduk.

Nida sabahçıydı bende akşamcıydım.

O sabah sekiz ve öğlen dört'e kadar çalışıyor, ben ise öğlen dört ve gece on iki olarak çalışıyordum. Dükkandan en son çıkıyor ve kapıları ben kapatıyordum.

Yorucuydu ama para için yorulduğumu çoğu zaman fark etmezdim bilme.

Ortalama bir maaşım vardı. Furkan da benim kadar alıyordu. Birleştirip evde ne eksikse onu alıyorduk. Önüme yavaştan insanlar gelmeye başladığında düşüncelerimden kurtulup siparişlerini almaya başladım.

"Hoş geldiniz." diye mırıldandığımda karşımdaki adam siparişini söyleyip beklemeye başladı. Ekrana siparişi girdikten sonra altındaki klavyeden siparişi alan kişinin adını ve soy adını yazdım.

Güney Marlen.

Marlen.

Ah! Şu kafamdaki aptal ses. Tam üç yıl boyunca her vakit benimleydi. Saçma sapan yerlerde bana kendini ve lanet eskileri hatırlatıp duruyordu.

"Siparişiniz kartla mı ödenecek yoksa nakit mi?" diye sorduğumda "Kart." diye yanıtladı. Artık dilimde sürekli dönen, söylemekten sıkıldığım o cümleleri tekrarlayıp durdum. "Temassız var mı?"

"Yok." Kartı bana uzattığında elinden alıp postit cihazına sipariş tutarını yazarak bekledim. Kartı yan tarafından geçirip bankadan onay aldıktan sonra cihazı ona uzattım. "Şifre."

Beyefendi şifreyi girerken geri çekilerek arkama yaslandım. "Güney oğlum şu televizyonun sesini azcık açıver." dedi Emre abi.

Emre abi benim patronumdu. Cihazdan fişi çıkarıp kartı da uzatarak bana bakan adama yan tarafı gösterdim. "Siparişinizi buradan alabilirsiniz."

Kumandayı da elime alıp televizyonun sesini açtım. Haber bülteni sunan kadının sesini dinlemeye artık alışmıştım. "İyi akşamlar sayın seyirciler bugün ki ilk haberimiz oldukça merak ettirici türden. Geçtiğimiz yıllarda çıkan yangından dolayı kül'e dönen  Umut Cezaevinin yangından hemen önceki yeni görüntüleri ortaya çıktı." diye işittiğinde kulaklarım sakince başımı kaldırıp ekrana baktım.

"Dün gece kurtulan bir kamera da zanlının bilerek ve isteyerek cezaevini yaktığı ortaya çıktı. Zanlı kamera kaydında hem yürüyor hem de beraberinde yanıcı madde döküyordu. Olayın araştırmasından sorunlu olan polisler zanlının her kameranın önünden geçerken yüzünü kapattığının altını çizdiler." Konuşmaya devam eden kadını bundan sonrasında dinlememiştim.

Televizyonlarda kaydı olan o zanlı bendim. Bunu sadece bilen üç kişi vardı.

Ben.

Furkan.

Ve O.

***

Bölüm hakkında düşüncelerinizi buraya bırakabilirsiniz.

TA UZAK YOLLARDAN -GAYHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin