Dün gece resmen birileri bizi silahlar ile kovalayarak öldürmeye çalışmıştı ve biz ilk iş polise gitmek yerine evime gelip birbirimizi izleyerek uyumayı seçmiştik. Devran her şey normalmiş gibi davranıyorken alışık olduğu hayatın bu olmadığına kendimi ikna etmek istedim.
"Seninkinden tek farkı silahlar olması." İç sesim resmen kötü karakter gülüşü atıyordu. Göremeyeceğini bilsem de kendi kendime göz devirdim. Bir insanın en büyük düşmanının kendisi olması da zordu. Kahvemden bir yudum daha aldığımda içeriden gelen tıkırtılardan anladığım Devran da uyanmıştı. Kahvemi bırakmadan mutfaktan çıkıp kapıya yaslandım. Sanırım dün gece nereye koyduğunu unuttuğu silahını arıyordu.
"Burada." dedim kapının girişindeki dolabın üzerini işaret ederek. Bakışları önce beni, ardından da dolabın üzerindeki silahı buldu. Yavaş hareketlerinden anladığım halen canının acıdığıydı.
"Günaydın." dedi dolabın üzerindeki silahı alıp tekrar beline koyarken.
"Günaydın." dedim ifadesiz bir sesle. Uykulu gözleri onu her ne kadar daha etkileyici gösterse de göz altlarındaki koyu halkalar sanki günlerdir uykusuzmuş gibi gösteriyordu onu. Tişörtünü eline aldığında yanına yaklaşıp koltuğun üzerine bıraktığım temiz tişörtü ona uzattım.
"Aslında Çınar'ındı ama bana vermişti. Bunu giy istersen." Kendi tişörtünü bırakıp benim elimdekini aldı.
"Teşekkür ederim." Üzerine geçirirken oldukça dikkatliydi. Sonunda aklımdaki soruları sormanın vaktinin geldiğini düşünüyordum. O üzerini değiştirirken ben bir başka kupaya onun için de kahve koyup tekrar salona döndüm. Hazırlanmıştı.
Kahveyi ona uzattığımda beş saniye kadar kahveye boş boş baksa da sonunda aldı. Yanındaki ceketinin cebinden çıkardığı sigara paketinden bir dal alıp yakarken anneanneme ait olan masanın üzerindeki küllüğü ona uzattım. Her ne kadar nefret etsem de o da salonda sigara içiyordu ve etraftaki sigara kokusunu o gittiğinden beri ilk kez hissediyordum. Zamanla insan nefret ettiği şeyleri bile özler hale gelebiliyordu. Keşke böyle olmasaydı düşüncemi bir kenara fırlatıp sormak istediğim konulara yoğunlaştım.
"Dün gece bizi öldürmek isteyenler kimdi?" Kahvesinden bir yudum alırken bakışlarını etrafta gezdirdi.
"Bizi değil beni." dedi kısaca.
"Ne önemi var? Sorumun cevabı bu değil." Bu konuda beni geçiştirmesinden hoşlanmıyordum.
"Babamın düşmanlarıdır." dedi omuz silkerken. Bu rahatlığı beni çileden çıkaracak gibi olsa da sakinliğimi korumaya çalıştım.
"Neden seni öldürmek istiyorlar?"
"Ne bileyim ben Eflal, canları sıkılmıştır belki". Omuz silktiğinde güldüm.
"Bu nasıl bir rahatlık ya? Neden polise gitmek yerine şu anda buradayız?" Elini ensesine götürüp arkadaki saçlarını karıştırırken bir süre düşünüyor gibi bekledi.
"Ben bugün gideceğim polise, ama sen bu işe karışmayacaksın." Kaşlarımı çattım. Sadece onu değil aynı zamanda beni de silahlı adamlar kovalamıştı.
"Sebep?" dedim kahvemi yanımdaki sehpanın üzerine bırakırken.
"Çünkü sen bu işe karışırsan, senin de peşine düşerler." Ses tonu sanki beni korkutmaya çalışıyormuş gibiydi. "Bir de seni korumaya çalışmakla uğraşamam." Son cümlesini kırıcı bir umursamazlıkla söylemişti. Korunmaya ihtiyacım yoktu, kaybedecek bir şeyim de yoktu. Yine de onun umursamazlığına karşılık aynı şekilde tepki vermem gerekiyormuş gibi hissettim. Arkama yaslanıp kahvemi tekrar elime aldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUVAR
Mystery / ThrillerDerin bir nefes aldım. 'Nasıl bu hale geldin sen?' diye sorgulamadan edemiyor insan. Kar beyazdı eskiden bu duvar, şimdi üzerindeki kan benim canımdan sıçrayarak mı kirletti güzelliğini?