BÖLÜM 50 | KAYIP
FLASHBACK - Jisoo'dan
Elimdeki dosyayı masaya bırakırken gözlerimi kapatıp, derin bir nefes aldım. Oturup sürekli dosya okumaktan sırtım kambur olmuştu resmen. Gecenin kaçıydı bilmiyorum ama yorgunluktan artık gözlerim kapanıyordu neredeyse.
Dirseklerimi masaya yaslayıp, parmaklarımla şakaklarıma masaj yapmaya başladım. Gözlerimi kapatarak bir süre böyle oturdum. Ne kadar bilmiyorum ama hareket etmek bile istemiyordum. Ama daha işim olduğu için yanımdaki kahve fincanını alıp ayağa kalktım.
Mutfağa doğru ilerledim. Işığı yakarak kahve makinesine ilerledim. Acı kahveden bir fincan daha alıp yol boyunca içe içe tekrar salona geri döndüm. Bardağı masaya bırakıp, tekrar oturacakken telefonum çalmıştı. Kenarda koltuğun önündeki küçük masanın üzerinde duruyordu telefonum.
Gecenin geç bir saati olduğu için birisinin aramasını beklemiyordum. Bu yüzden hızlı adımlarımı oraya yöneltip, telefonu aldım. Ekranda gördüğüm isimle kaşlarım çatıldı. Hae-yun arıyordu. Bu saatte aramak ona göre olmadığı için vücuduma büyük bir endişe dalgası yayılmıştı.
Bekletmeden telefonu açıp, "Alo, Hae-yun?" dedim.
Karşı tarafta sessizlik hakimdi. Bu beni daha çok endişelendirirken tekrardan, "Alo?" diye seslendim.
Cevap gelmese de, titrek bir nefes duymuştum. Ardından minik bir ses, "Babam burada." dedi.
Bunu duyduğum anda kalbime ok misali bir acı saplanmıştı.
"Ae-Ri? İyi misin sana bir şey yaptı mı?"
Tekrar sessizlik oldu. Birkaç saniyenin sonunda, "Jisoo... Buraya gelir misin?" diyebilmişti.
Anında kapıya doğru koşar adımlarla gitmeye başlarken, "Odandan sakın çıkma, hatta saklan. Ben biraz sonra orada olacağım, tamam mı?" dedim ceketimi alıp çıkarken.
Karşı taraftan sadece kısa bir, "Hı hım." cevabı gelmişti. O telefonu kapattığında arabaya doğru koşarken aynı zamanda rehbere girip Weng'in numarasına tıkladım.
Birkaç çalıştan sonra, "Alo?" diye bir ses gelmişti.
Arabamı çalıştırırken telefonu omzum ve kulağımın arasına yerleştirip, "Weng, hemen Hae-yun'un evine gidin. Polisleri de al, çabuk ol ben de geliyorum." dedim.
Weng diğerlerine hazırlanmalarını söylerken hâlâ telefonu kapatmamıştı. Onlarla konuştuktan sonra, "Savcım, bir şey mi oldu?" diye sordu.
Arabanın hızını artırırken, "Ae-Ri aradı, babası eve gelmiş." dedim sadece.
Bunu duyduktan sonra Weng, "Tamamdır, biz senden daha yakın bir konumdayız, daha erken varacağız, merak etme." dedi beni rahatlatmak için.
O görmese de, kafa sallayıp, "Tamam, çabuk olun." dedim ve telefonu kapattım.
İçimde resmen fırtınalar kopuyordu. Yetişemeyeceğim, onlara bir şey olacak korkusu resmen tüm vücudumu sarıyordu. Zaten hayatım boyunca yeterince şey kaybetmiştim. Hayatım sürekli bir şeyleri kaybetmekle geçiyordu. Kardeşim, babam, Roseanne. Eğer bunu da kaybedersem nasıl olurdum bilmiyorum.
Elimden geldiğince en kısa sürede Ae-Ri'nin evinde olmak için çabaladım. Sonunda varmıştım. Arabamı park edip, hızlı bir şekilde inerken Weng ve diğer polis ekibi de varmıştı. Koşarak onlara doğru gelirken Weng ile ortada buluştuk.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
23 | jenlisa
Fanfictionhakim "gereği düşünüldü" deyip tokmağını vurduğu anda salonda tüm sesler kesilmişti. sırasıyla kararını açıkladığında lisa'nın derin bir nefes verdiğini duydum. o salonda, o anda duyduğum tek şey buydu. bu kadar mı bıkmıştı benden? kurtulmak bu kad...