1 AY SONRA
Aslı'nın alışveriş listesini halletmek üzere kendi başıma pazara gelmiştim. Aslan kendini yemek yaparak rahatlatıyordu. Bazen o kadar çok yemek yapıyordu ki, çareyi yemekleri aş evlerine yollayarak buluyorduk. Yankı yine 1 haftadır denizdeydi. Bugün dönmesini umuyordum. Yakında balık sezonu kapanacaktı.
Yanından geçtiğim bir tezgahtan domates kapıp elimle mıncıkladım.
"Buyur abla." dedi, tezgahın başındaki genç çocuk.
"Bunlar ezik gibi." dedim, genç çocuğa uzatarak.
"Olur mu abla? Hepsi lokum gibi tatlı. Tadına bakmadan geçme." derken az önce ona uzattığım domatesin üzerine biraz su döktü. Ardından domatesi kesip yarısını bana doğru uzattı. İtiraz etmeyip domatesin tadına baktım.
Aslı'dan öğrendiğim pazardaki ilk kural esnafla pazarlık yapmaktı. İkinci kural ise alacağın her şeyin tadına bakmaktı.
"Ooo çok iyi." dedim, tüm domatesi mideye hüpleterek. "3 kilo koy bakalım."
Genç çocuk çabucak poşeti doldurup tartıya koydu.
"110 lira ama sen 100 ver, abla" dediğinde ona bir yüzlük uzattım.
Teşekkür edip ayrılırken gözüm köşede kalan küçük tezgaha kaydı. Tezgahta çokça limon vardı. Tezgahın başında ise uyuklayan bir çocuk duruyordu. 13 14 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim çocuğa doğru yaklaştım. Küçük bir öksürük sesi çıkardım.
"Kaç tane istersin abla?" diye sordu, heyecanla.
"Reçel yapmayı düşünüyorum. Sen tüm tezgahı kaça verirsin?" diye sordum.
"Abla reçele o kadar limonu koyup ne yapacaksın?" diye sordu, şaşkınlıkla.
"Ben sana niye okulda değilsin diye soruyor muyum?" dedim, gözlerimi yalandan kısarak.
"Abla ne olursun beni zabıtaya verme. Yalvarırım." Tezgahın arkasından dolaşıp ellerime sarıldı. "Ben sadece cuma günleri okula gitmiyorum. Diğer günler yeminle gidiyorum."
"Sakin ol." deyip başını okşadım. " Seni kimseye verdiğim yok. Sadece limon alacağım." deyip telefonumu çantamdan çıkardım.
"Abla ne olursun polisi arama" Tekrardan ellerime sarıldığında gözlerimi istemsizce devirdim.
"Limonları tek başıma taşıyamam. Onun için birini aramam gerek." deyip Semih'in numarasını tuşladım. Semih'e bulunduğum yeri tarif edip telefonu kapattım.
"Senin adın ne?" diye sordum, çocuk limonları poşetlerken.
"Yağız."
"Benim adım da Gece. Memnun oldum." diyerek bir poşette ben alıp limonları poşete doldurmaya başladım.
Yağız, "Abla zahmet etmeseydin. Ben hallediyordum." diye diretse de ona yardımcı oldum.
Gözlerimin üzerine bir çift el kapanırken neşeli bir çığlık attım.
"Yankı! Sen misin?" Gözlerimin üzerindeki sert elleri kavrayıp aşağıya çektim.
"Benim, sevgilim..." dediğinde ona dönüp sıkı sıkı sarıldım.
"Çok özledim. Çok, çok, çok..." Yüzüne binlerce öpücük bıraktım.
"Kızım dursana. Millet bize bakıyor." diye homurdanan Yankı'yı kulak ardı ettim.
"Abla limonlar hazır. Abiye vereyim mi?" diye soran ses Yağız'a aitti.
"Hadi bakalım herkes birer poşet alsın. Sende bizimle geliyorsun, Yağızcığım." dedim, ikisini de şaşkına uğratarak.
"Limon fabrikası açtık da benim mi haberim yok." diye sordu, Yankı.
"Bu delikanlının adı, Yağız. Cuma günleri okuluna gitmeyip burada limon satıyormuş." Bir yandan Yankı'ya kaş göz yapıyordum.
"Ha..." deyip alnını kaşıdı, Yankı. "Kusura bakma Yağız. Balıktan yeni dönüyorum. Kafam bir milyon."
"Abla ben gelmesem?" Yağız çekinerek konuşmuştu.
"İtiraz istemiyorum. Artık limon satmıyorsun. Seni hafta sonları yarım gün bizim pansiyona garson olarak aldım."
Yankı, beni tutup bedenine bastırdı. Çenesini saçlarıma sürtüp sessizce mırıldandı.
"Acaba seni hak edecek nasıl bir iyilik yaptım, ben?"
Yüzüme yayılan gülümsemeye mani olamadım.
Bu sırada Yağız mahcup bir şekilde ikimizin de ellerine sarıldı.
"Sizi Allah çıkardı, karşıma. Dün gece öyle çok dua ettim ki, bu hayattan kurtulmak için. Ama siz bana bir umut, bir ekmek kapısı açtınız. Annem çok hasta ilaçlarına yetişemiyordum. Karnımızı bile zor doyuruyoruz."
Yankı, Yağız'a kocaman sarıldı. "Sen beni bir abin bil artık. Önce annene götür, bizi." dedi.
Hep birlikte yola koyulduk. Yağızların bir evi yoktu. Yağız bizi bir çadıra getirmişti. Çadır ıssız bir ormanın içindeydi. Çadırın çoğu yeri aşınmış ve yırtılmıştı. Yankı ile göz göze geldim. Onları kesinlikle burada bırakamazdık. Aynı şeyi düşündüğümüze emindim.
Çadırdan içeriye girdiğimizde battaniyeye sarılı olan kadın yavaşça doğruldu.
"Yağız sen misin?" diye sorduğunda Yağız, "Benim annem. Sana misafir getirdim." diye karşılık verdi. Kadın telaşla ellerini yüzüne kapadı. Hoş zaten yüzünü görememiştik.
"Yapmayın, bakmayın. Çok pisim." dedi, acı dolu bir sesle.
Kadının sesi öylesine tanıdıktı ki, bir türlü kime benzediğini çıkaramıyordum.
"Lütfen kapamayın yüzünüzü." Yankı, kadının ellerini tutup yüzünden çekmesini sağladı.
İşte o an tüm dünya başıma yıkılmış olabilirdi.
"Anne..." diyebildim, sadece. Boğazıma düğüm düğüm dolanan tek kelime...
Anne...
Nefes nefese kendimi çadırdan dışarıya attım. Kalbim sıkışıyordu. Ellerimin kontrolünü kaybetmiştim. Her yerim zangır zangır titriyordu.
"Gece, Gece, Gece..."
Yankı'nın ismimi tekrar edişi...
Defalarca bana seslenmesi...
Ama benim bir türlü ona bir yanıt veremeyişim...
"Yavrum, bana bak!"
Bakıyordum. Pusluydu. Yankı'yı tam göremiyordum. Ağlıyor muydum, ben? Bu pusta nesiydi?
"Canını yediğim bakma şöyle boş boş. Hadi bir sesini duyayım. Konuş benimle."
Ağzımı araladım. Ama konuşamadım. Kitlenmiş gibiydim. Kalbim ağzımda atıyordu.
"Yapamam." diye bağırdım, bir anda. "Yapamam, Yankı." Yankı'nın yakasına yapıştım. "Ne olur gidelim buradan. Yalvarırım."
Beni tek hamlede kucağına aldı.
"Gidiyoruz, güzelim..."
☆Kalbinize dokunması ümidiyle...
☆Lütfen, yorumlarınızı ve beğenilerinizi esirgemeyin.
☆Sağlıkla kalın.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gece ve Yankı
General FictionYüzüme düşen bir tutam saç onun yumuşak dokunuşları arasında kulağımın arkasına yerleşti. Benden sakındığı şefkatini nasıl da özlemiştim. "Ben sana yaramam be kızım!" dedi, iç çekerek. "Yaramıştın." dedim, sertçe. "Sen bana yaramıştın." Gözlerim onu...