Bölüm 20 - Kalabalıktaki Yalnızlar...

10.2K 761 30
                                    

Hissettiklerim o kadar karışıktı ki isimlendiremiyordum.

Nefret? Hayır daha fazlası! Öfke? Belki nefretten daha fazla! Korku?
Ondan söz etmeye gerek yok! Ben hiçbir zaman korkma lüksü olan biri değildim.

Evden çıkmak için çözüm arıyordum. Hiç bir planım yoktu, sadece gidip öylece onu öldürecektim. Aklıma hiç bir şey gelmiyordu beni en çok sinirlendiren de bu oldu. Her zaman a,b,c,d hatta e planı olan kızın şimdi aklında sinekler uçuşuyordu. O sırada kapı tıklatıldı.

"Rüzgar? Biraz gelebilir miyim?"

Kimseyi çekecek durumda değildim, o saçma tesellilere de ihtiyacım yoktu...

"Gelemezsin, git!"

"İyi içeri alma, bende buraya otururum o zaman."

Galiba kapının eşiğine oturup sırtını kapıya yaslamıştı. Bir kaç dakika sessizlik hakimdi.

"Biliyomusun, annemler gittiğinde beni de yanlarına almaları için onlara yalvardım. Burda kalmanın benim için daha iyi olacağını söylediler. Ama hiçbir zaman öyle olmadı. Ben hiçbir zaman hayatın içinde olamadım. Başkaları eğlenirken, ben hep dışardan izledim. Ve öfkem beni çekilmez bir insan yaptı. Ben mutlu değildim, başkalarını da üzüyordum çünkü yalnız olmam haksızlıktı. Şimdi kime sorsan benden nefret ettiğini söyler. Beni yalnız kalmaya mahkum eden öfkemdi Rüzgar..."

Öfke benim tek çıkar yolumdu belki de. Çünkü aklım başka şeylere basmıyordu.
Bende kapının eşiğine oturup sırtımı kapıya yasladım. Gözlerimden yaşlar aka aka konuşmaya başladım...

"Ezgi, ben çok sinirliyim. Eğer onlar ölmeseydi, eğer o kaltak onları öldürmeseydi ben bu halde olmazdım. Evet, paraya ihtiyacım vardı. Ama benim herşeyden önce sevgiye ihtiyacım vardı. O kadar muhtaçtım ki ve o kadar eksikti ki içimdeki sevgi. Ben her ne yaşadıysam, ki ne yaşadığımı bir ben bir Allah bilir, o da yaşamalı. İşte o zaman adalet yerini bulur, o zaman diner öfkem. Ama şimdi çok kırgınım içim paramparça. Anlatamıyorum..."

"Rüzgar, Ne kadar acı çektiğini bilmiyorum. Ama senden bir parça da bende var. Yanı bir nebze olsun anlamaya çalışıyorum. Sana boşver diyecek de değilim. Çok canın yanıyor, çok canın yanacak, ama daya.."

"Ezgi... içim parçalanıyor sanki! Çok acıyor!"

Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştım. Ezgi'nin de ağlama sesini duyuyordum. Canım bu kadar yanarken o bir nebze iyi gelmişti. Kendimi yatağa attım ağlayarak uyuyakalmışım. Sabah uyandığımda, gözlerim hala ıslaktı. Kapıyı açıp aşağı indim. Melih ve Ezgi kahvaltı yapıyorlardı. Beni görünce ikiside yemeyi bıraktı. Melih'e döndüm...

"Tamam! Gidelim şirkete, göstericem sana! Kimi gösterirsem göstereyim itiraz etmeden inanacaksın."

Kafasını salladı. Sonra arabaya binip şirkete gittik. Ezgi'de bizimleydi. İçimde bir korku vardı. Ya o da beni tanırsa? Şirket kapısından içeri girerken gözlerim her yerde onu arıyordu. Biraz bakındım, göremeyince Melih'in odasına gittik.

"Bak o olduğuna eminsin değil mi?"

"Eminim dedim kaç kere! Kendi yüzümü unuturum onunkini unutmam."

Biz konuşurken kapı tıkladı. İçeri genç uzun boylu bir adam girdi. Melih kapıdan gelen çocuğu görünce gülümseyerek karşıladı.

"Oo Yiğit'im sen buralara uğrar mıydın?"

"Amcaoğlu! Naber ya! Seni bi göreyim dedim özlemişim!"

Genç adam gözlerini bize çevirdi ve "bunlar kim" dermiş gibi Melih'e baktı.

CEPÇİ (Tamamlandı) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin