Duyduklarım karşısında kendimi bir hayli boşlukta hissedip dönük bir şekilde bahçeye çıktım. Sadece fazla bağlıydı bana aşk değil... Umut elinde tepsiyle mutfaktan gelirken gülümsüyordu, Ezgi ise Umut'a acırmış gibi bakıyordu. Buna daha fazla katlanamazdım, hiçbir şey söylemeden yanlarından geçip gittim. Ezgi'nin arkamdan bağırışlarını kale almadan odama çıktım. Birilerine ihtiyacım vardı, ve bu beni deli ediyordu. Hep tek başımaydım, kimseye ihtiyacım yoktu kısa bir süre önce... Biraz olsun rahatlayabilmek için soğuk bir duş aldım ve kendimi yatağa attım. Gözlerimi açtığımda çoktan sabah olmuştu, Ezgi tepemde bir şeyler mırıldanıyordu.
"Bir insan her gün öğleye kadar uyuyabilir mi ya. Bıraksam akşama kadar uyursun sen. Hadi kalk artık, kampa gidiyoruz."
Tek gözümü açıp etrafa bir göz attım, sonra gözümü tekrar kapayıp yorganı kafama kadar çektim ve yorganın altından cevap verdim.
"Ben gelmiyorum."
Ezgi yüzümdeki yorganı zorla çekip tekrar yüzümü açığa çıkardı.
"Hele bir gelme! Gider Melih'e, Rüzgar sana sırılsıklam aşık ama söyleyemiyor derim."
"Ezgi?"
"He canım?"
"Sen ne ara bu kadar kötü bir insan oldun ya!"
"Beni sen kötü yaptın marul kafa. Şimdi kalk da eşyalarını hazırla, kalın bir şeyler al, ormana gidiyoruz donarsın valla!"
"Ne ormanı ya! Park falan yok mu şuralarda, olmadı bahçeye yapalım beyaz sarayın bahçesi gibi mübarek hepimizi alır."
"Saçmalama be! Kalk da giyin. Bir saate hazırlan aşağıda seni bekliyoruz."
"Uyuyorum ben ya!"
"Bir saat Rüzgar!"
Ezgi gözlerini kısıp sinsi sinsi bakarak kapıyı kapadı. Bende yarım saat daha uyuyup geri kalan yarım saatte de hazırlandım. Aşağı indiğimde eşyaları arabaya taşıyorlardı, bende yukarıdan getirdiğim çantaları alıp dışarı çıkardım. Umut'un arabası tıka basa dolmuştu, bende elimdekileri Melih'in bagajına yerleştirdim. Melih de içerden gelip Umut'a doğru yaklaştı.
"Başka eşya kalmadı, hadi gidelim."
Umut kafa sallayıp arabasına bindi, yanına hızlı adımlarla Ezgi oturup bana çaktırmadan göz kırptı. Derin bir nefes alıp ön koltukta yerini aldım. Ardından Melih de sürücü koltuğuna oturdu. Bana bir göz attı ve arabayı çalıştırdı ve ben daha nereye gittiğimizi bile bilmiyordum.
"Nereye gidiyoruz?"
"Meşelik."
"Daha önceden gittin mi oraya?"
"Evet."
"Nasıl? Güzel mi?"
"Orman işte."
Ne yaparsam yapayım bana böyle davranmayı kesmeyecekti. Hala benden bir itiraf bekliyordu. Uzun süre ona baktım, onun ise gözü bile kaymamıştı benim olduğum tarafa. Bende kafamı cama doğru çevirip camı sonuna kadar açtım. Hava soğuk ve rüzgarlıydı. Yanaklarım buz gibi, ellerim uyuşmuştu. Ama camı kapatmak istemiyordum çünkü rüzgar sesi ortamı biraz olsun meşgul ediyordu. Sonunda sert bir rüzgarla birlikte hapşurdum. Melih o an bana döndü ve üzerime bir peçete atıp camı kapadı. O grip başlangıcındaki garip sesimle yaptığı "nazik" davranışa cevap verdim.
"Sağol."
Arabanın içi gitgide ısınıyordu ve benim uykum gelmeye başlamıştı. Direnemediğim şeylerden biri olan uykumu açamayıp gözlerimi kapadım. Uyandığımda araba durmuştu, üzerimde Melih'in hırkasını vardı. Dışarıda çadır kurmaya çalışıyorlardı. Hırkayı üzerimden almadan önce kokusunu içime çektim. Hiç bırakmak istemediğim bir nefesti bu...
Onun bana bu kadar yakın ama bir o kadar uzak olduğunu görmek beni mahvediyordu. Ona baktım, beni seviyordu, bende onu. Söyleyemediğim iki aptal kelime yüzünden onu kaybedemezdim. Bu kadar zor olmamalıydı seviyorum demek. Arabadan aşağı inip çadırı kurmalarına yardım etmek istedim. Ama Umut hiçbirimize dokundurtmuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
CEPÇİ (Tamamlandı)
Action"Tutun şunu! Kaçıyor! Mücevherlerim... Seni soysuz hırsız!" "Ben 2015'in Robin Hood'uyum.Yaptığım hırsızlık değil..."