***
ÖNEMLİ: Merhaba! Hikayeyi Wattpad'de okumaya devam eden kaç kişiyiz? Uygulamaya VPN kullanarak erişen okurlarım lütfen oy verip varlığını belli etsinler ki, ben de ona göre kurguyla ilgili bir yol haritası çizeyim. Blog açmak ya da pdf seçeneklerini değerlendiriyorum ama gönlüm bu platformda da kalmaktan yana. Siz ne düşünüyorsunuz? Benimle paylaşırsanız sevinirim.
*
Evet, şimdi bölüme geçebiliriz! :) Hepinizi kocaman öptüm.
***
«⸻ Ο ίμβριος ⸻»
"Ruhumda soğumuş bir zaman
Etimde bir pişmanlık
Şimdisiz, öncesiz, sonrasız
Yaşamak desem değil
Ölmek desem değil
Bir araf
Tam şuramda..."Şükrü Erbaş
◃ ◂ ◅ Ίμβρος ▻ ▸ ▹
5 Şubat 2040 - Gökçeada
Aylar önce, bir hastane odasında narkozdan yeni yeni ayılan Aris, başucunda sabahlayan Gökçe'nin, "Seni benden başka biri öldürecek diye ödüm koptu" dediğini duyduğunda, kıza tüm içtenliği ile gülümsemiş ve ağzından çıkacak sözlerin sahiciliğinden habersiz, "Buna asla izin vermem..." demişti. "O yüzden beyaz ışığa çok fazla yaklaşmadım. Çünkü beni ölüme çağıran ışığın rengi mavi olurdu."
Şimdiyse aylar sonra kehanetinin gerçekleştiği yerdeydi işte; onu ölüme çağıran rengin derinliklerinde... Ege'nin mavisi kollarını açmış ve yorgun bedenini, dehlizlerde oluşan hiddetli bir hortum gibi içine çekmişti.
Fakat Aris, hapsolduğu bu girdabın farkında bile değildi. Araç, denizin sert yüzeyiyle buluştuğunda başını müthiş bir kuvvetle cama çarpmış ve bilincini tümüyle yitirmişti. Sonrası yoktu.
Ne arabanın su almaya başladığını hissetti ne oradan oraya çarpan gövdesindeki ağrıları, acıları. İçeride iki büklüm olan bedeni, yavaş yavaş yükselen suyun üzerinde anne karnında yüzen bebek gibi usulca kımıldıyordu.
Sonra su daha da yükseldi, yükseldi, yükseldi ve şubatın dondurucu soğuğuyla yıkanan deniz, her bir zerresini Aris'in ciğerlerine doğru itmeye başladı. Şimdi zayıf nefesinin yerini, minik kabarcıklar almıştı. Tuzlu su ağzına doldukça, saniyeler yavaş yavaş dakikaya döndü; maviler siyaha, ışıklar karanlığa. Hayat ve ölüm arasında gidip gelen ibre, artık tam da Aris'in istediği yere çevrilmek üzereydi; yokluğa, hiçliğe, gıyaba, hiç var olmamış olmaya...
Ancak o gün kaderin planı bu değildi. Aris, mavi ışığa yaklaşırken iki uçlu ibre tam orta yerde durmuş ve kaderin tayin ettiği bir adam çıkmıştı sahneye. Onu mavi ışıktan uzaklaştırmak için hiç düşünmeden denize atlamış ve olağan gücüyle arabanın kapısını zorlamaya başlamıştı.
Suyun basıncıyla sıkışan kapıyı güçlükle açan adam, ardından elini hemen içeri uzattı ve Aris'i kolundan yakaladığı gibi arabadan çıkardı. Bundan sonrası adamın fiziksel gücüyle yaşadığı ürkütücü bir imtihana dönüştü. Soğuk ve karanlık bir denizde nefesini güçlükle kontrol ediyor, yüzeye doğru attığı tek kulaçla hem kendini hem de Aris'in ağırlaşan bedenini taşımaya çalışıyordu.
Çok geçmeden suyun üzerine ulaştıklarında adam beter haldeydi. Ciğerleri yırtılır gibi hırıltılar çıkararak bir süre soluklandıktan sonra Aris'in kaskatı kesilen gövdesini, sağlık ekiplerinin beklediği kayalıklara doğru çekmeye başladı. Durmaksızın yağan yağmur işini zorlaştırsa da, bir an olsun nefeslenmeden kulaç atmayı sürdürüyor, köpürerek üzerine çarpan dalgaların arasından ustaca sıyrılıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İmrozlu
General FictionBir ada ve ortada duran iki kişi. Biri Türk biri Yunan. Biri isyancı biri işgalci. Birinde steteskop birinde künye. İkisi birbirine her şey olur. İkisinden birbirine hiçbir şey olmaz. . 1 Eylül 2039'da, kimine göre Gökçeada kimine göre İmroz'day...