***
«⸻Από την Ίμβρος⸻»
Burası, ilk taşı günahsız olanın attığı yer.
Yeni yeni ağaran gökyüzüne bir enkaz yığınının ortasından yükselen simsiyah bulutlar var. Uykusundan uyananlar, pencerelere koşanlar, beşiğinden sıçrayan bebekler var.
Burası, ilk taşı günahsız olanın attığı yer.
Şimdi o da onlardan biri, artık o da bir günahkar.
◃ ◂ ◅ Ίμβρος ▻ ▸ ▹
1 Eylül 2039 - Gökçeada
Dizkapaklarının üzerinde acıyla doğrulan Gökçe, ellerini yüzükoyun düştüğü zemine dayamış, avuçlarındaki taşları var gücüyle sıkmıştı. İçine kan oturan mavi gözlerinin hedefinde ise tek bir kişi vardı.
Yüzbaşı Aris.
Düştüğü yerden, elleriyle güç alarak kalkmaya çalışan Aris'in de gözleri Gökçe'deydi. Karargahın bahçesine sis gibi çöken toz yağmuruna rağmen birbirlerini hala seçebiliyorlardı. Aralarındaki bu sözsüz restleşme Gökçe için şüphesiz bir meydan okumaydı, Aris için ise her açıdan şüpheli... Zira biraz evvel duydukları hala zihnindeydi. "Buraya mı aitsiniz, cehenneme mi, birazdan anlayacağız..." demişti Gökçe. Eğer ki tam kapıdan girdiği anda, bu sözleri ezkaza duyup geri dönmeseydi, arkadaki binanın enkazında kendisi de olacaktı. Bunun ne anlama geldiği ise açıktı. Karşısındaki bu aklını oynatmış kadın, karargahın tuzaklandığından haberdardı.
"Yüzbaşım! Yüzbaşım!" İkisinin arasındaki imalı restleşme sürerken kapıdaki askerler koşa koşa Aris'in yanına gelerek telaşlı bir halde komutanlarına seslendiler. "Yüzbaşım, iyi misiniz?!"
Aynı anlarda Kerim de Gökçe'nin yanına gitmişti. Panik içinde "Gökçe-... İyi misin?" dedi, Omuzlarından kavradığı Gökçe'yi yerden kaldırmaya çalışıyordu. "Bir yerine bir şey oldu mu?!"
Gökçe, gözlerini Aris'ten ayırmadan "İyi değilim" dedi. Çenesi zangır zangır titriyordu. "O hala yaşıyor!" Sonra bakışlarını Kerim'e çevirdi. Yüzü birden aydınlanmıştı. "Ama-... Ordusunu kaybetmiş bir komutan olarak yaşıyor. Çok zayiat verdiler-..."
Sözleri, karargahın arka bahçesinden koşar adım çıkan Yunan askerlerini fark edince yarıda kaldı. İçlerinden biri çoktan Yüzbaşı Aris'in yanına gelmiş, Yunanca bir şeyler söylüyordu.
"Nasıl ya?" dedi Gökçe, serseme dönmüş gibiydi. "Nasıl olur-..."
O sıra Yüzbaşı Aris ağır adımlarla Kerim Komutanın yanına geldi. Üstü başı toz içindeydi. Kaşı açılmış, şakaklarından süzülen kan boynuna kadar inmişti. Bakışlarını bir süre Gökçe'nin öfkeli gözlerinde tuttuktan sonra Kerim'e döndü. "İçerideki askerine dua et, Üsteğmen" dedi, başını hızlı hızlı sallayarak. "Bombayı o bulmuş, binadaki askerlerimi de arka kapıdan o tahliye etmiş. Yoksa-..." Eliyle arkasındaki enkazı gösterdi. "Burası onlara mezar olsaydı, içine seni de koyardım."
"Dediğiniz gibi Yüzbaşı!" dedi, Kerim. Sakin kalmaya çalışıyor ama öfkesi sesine yansıyordu. "Bombayı o buldu, askerlerinizi de o tahliye etti. Bana kalırsa ona dua etmesi gereken ben değil, sizsiniz."
Aris başını iki yana salladı. "Çaresiz insanlar dua eder, Üsteğmen. Mesela Yunan komutasına verilen Turk askeri, dua edebilir... Ben dua etmem."
Gökçe kafasını yere eğip mırıldandı. "Etsen n'olur sanki... Senin o şeytan ağzınla ettiğin dua hangi dinde kabul olur ki..."
Aris yine duymuştu. Ama Kerim önce davranarak "Öfkenizi anlıyorum, Yüzbaşı" dedi. "Hadise, bizim sorumluluk bölgemizde yaşandığı için tepkinizde de haklısınız. Ancak sizi temin ederim, bu menfur bir olaydır. Bunun için bir an önce harekete geçmekte fayda var. Ben failleri bulmak için gerekli tahkikatı derhal yürüteceğim. Şimdi müsaadenizle, durumu üstlerimle istişare etmem gerek." Sözlerinin ardından Gökçe'nin kolundan tuttu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İmrozlu
Ficción GeneralBir ada ve ortada duran iki kişi. Biri Türk biri Yunan. Biri isyancı biri işgalci. Birinde steteskop birinde künye. İkisi birbirine her şey olur. İkisinden birbirine hiçbir şey olmaz. . 1 Eylül 2039'da, kimine göre Gökçeada kimine göre İmroz'day...