***
Selamlar! 42. bölümden önceki son duraktayız. 42, beni kurgunun en başından beri heyecanlandıran bir bölüm ve ona giden yolları döşediği için bu bölümü de ayrı bir sevdim. :) Lafı uzatmadan sizi hemen içeri alalım. Oy ve yorumlarınızı sabırsızlıkla bekliyorum. Sevgiler!
***
«⸻ Ο ίμβριος ⸻»
◃ ◂ ◅ Ίμβρος ▻ ▸ ▹
Saatler 00.00'ı gösterdiğinde gök gürlemesine karışan şiddetli bir rüzgar, Gökçeada'yı beşikte sallanan bebek gibi sarsmaya başlamıştı. Kararan bulut kümelerinden saçılan yağmur damlaları henüz zayıf olsa da, eli kulağında bekleyen fırtına kendini iyiden iyiye hissettiriyordu.
Şehir merkeziyle Kaleköy arasındaki mavi panjurlu büyük, beyaz evin yine mavi renkli olan ahşap kapısının önünde duran Gökçe, adanın hoyrat rüzgarlarına alışıktı. Cılız gövdesini bu güçlü hava akımının içinde dik tutmayı başarmış ancak Aris'in dudaklarında, suya değen şeker gibi erirken dizlerinin bağını duyumsayamaz olmuştu. İki eliyle adamın yüzünü sıkıyor, ağzını önlenemez bir arzuyla onun dudaklarına bastırıyordu.
Fakat ortada yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Arzu karşılıklı değildi. Aris, Gökçe'ye karşılık vermiyordu. Ne itmiş ne çekmişti onu. En ufak bir tepki dahi göstermemişti. Buna inanmak Gökçe için öyle güçtü ki, yaşadığı hayal kırıklığını idrak etmekte zorlandı. Belki on, belki on beş saniye kadar kaldı Aris'in dudaklarında. Sanki sevdiği adamı değil, cansız bir mankeni öpmüştü. Sonra gözlerini yavaşça araladı ve Aris'in iki kaşının ortasındaki kırışıklığı fark etti. Reddedildiğini o an anladı. Ama refleksleri zihninden daha ağır çalışıyordu. Bir müddet ellerini bile çekemedi adamın yüzünden. Kızaran mavilikleriyle o istemsiz kırışıklığa bakakalmıştı.
Bu esnada arkadan Nisí'nin sesi duyuldu. Bir süredir üst katta uyuyan Nisí, gürültüleri işitip yatağından fırlamış ve merdivenlerden koşar adım indiği gibi kapının önüne gelmişti. Şimdiyse ağlamaya benzer sesler çıkararak ikisinin arasına doğru zıplıyor, kendince bu yakınlaşmadan rahatsız olduğunu söylüyordu.
Gökçe, Nisí'nin Aris'i kıskandığını anlayınca acı acı gülümsedi. Ellerini adamın yüzünden çekip bakışlarını ondan kaçırdı. Bir adım geri çıktı ve Nisí'ye doğru eğilerek, "Kızımmmm..." dedi çatallı sesiyle. Hayvanın başını okşarken gözünden kopan bir damla, dudaklarının arasına karıştı. "Kıskanacağın bir durum yok... Saaakin ol. Bak-... İstemedi zaten beni." Sonra yavaşça doğruldu, Aris'e hiç bakmadan "Rahatsız ettim, kusura bakma..." diye ekledi ve kendini hemen dışarı atıp bahçeye doğru yürümeye başladı.
Aris ise karmakarışık haldeydi. İki eliyle yüzünü sıvazlayıp sessiz bir küfür savurdu ağzından. Bakışları, giderek hızlanan yağmurun altında yalpalaya yalpalaya ilerleyen bahçedeki Gökçe'ye kaydığında önündeki mavi ahşap kapıya sert bir yumruk geçirdi ve kızın arkasından hızlandı. "Gökçe!"
Gökçe, rüzgarın uğultusundan Aris'i duymadı bile. "Rezil oldum!" diyordu sürekli. "Allah kahretsinnnn... Kahretsin! Rezil oldum!" Avuçlarını kalbine bastırmış, hem ağlıyor hem söyleniyor hem de bahçenin taşlık yollunda savrulmadan yürümeye çalışıyordu.
Aris, çok geçmeden Gökçe'ye yetişti ve "Gökçe!" diyerek kızın kolundan tutup durdurdu onu. "N-nereye gidiyorsun?"
"Sana ne!" Gökçe, kolunu Aris'ten geri aldı ve adımlarını yeniden hızlandırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İmrozlu
General FictionBir ada ve ortada duran iki kişi. Biri Türk biri Yunan. Biri isyancı biri işgalci. Birinde steteskop birinde künye. İkisi birbirine her şey olur. İkisinden birbirine hiçbir şey olmaz. . 1 Eylül 2039'da, kimine göre Gökçeada kimine göre İmroz'day...