***
Özleştik! (:
Merhaba cağnım İmrozlu ailesi! Yeni sezona durgun, ağır, kasvetli bir bölümün ilk partıyla giriş yapıyoruz. Ve dahası VPN'le giriş yapıyoruz! 2024 yılında kitap okuyup yazmak için bizleri Hollanda'nın, ABD'nın sunucularına mahkum edenleri, Amiral Markos'un merhametine bırakıyorum.
Veee... Hadi, uzatmadan bölüme geçelim!
«⸻ Ο ίμβριος ⸻»
"Kefaret istemiyorum, feda etmiyorum kendimi. Zafer peşinde değilim ve affedilecek bir şeyim yok."
Halil Cibran - Meczup
◃ ◂ ◅ Ίμβρος ▻ ▸ ▹
5 Şubat 2040 - Ankara
Şubatın dondurucu soğuğunu yeryüzüne akıtan şiddetli yağmur, simsiyah bir gecenin kuşattığı Ankara sokaklarında taşkınlar oluşturmuştu. Gök, art arda patlayan şimşeklerle çalkalanıyor, kaldırımlara serilen cansız yapraklar kudretli bir hortumun sarmalına çekilir gibi karanlığın içinde uçuşuyordu. Durmaksızın yağan yağmurla, şehir baştanbaşa yıkanmıştı. Yol kenarlarında köpürerek akan azgın sular, önüne kattığı çerçöpü sürüklerken poyrazın uğultusuyla sallanan sokak lambalarının ışığı cılızlaşmış, giderek tekinsiz bir hal alan caddeler, insan kalabalığından arınmıştı.
Etraf tenhalaştıkça üzerinde kare yaka beyaz bir elbiseyle oradan oraya koşan Gökçe'nin nefes sesleri daha da duyulur hale geliyordu. Ne ayağında ayakkabıları vardı ne üstünde bir kaban ne de bir palto. Yalın ayak halde incecik bir elbiseyle koşuyor, yaralı yırtıcılar gibi hırıltılar çıkararak soluyordu. Kahverengi saçları tel tel ayrılıp sırtına yapışmış, üstü başı sırılsıklam olmuştu. Yine de aldırmadı hiçbirine; buz kesen havaya, bağrına şakır şakır dolan yağmura, ayaklarını uyuşturan soğuğa ve uzaklardan duyduğu bir sese. Mete'nin öfkeli sesine...
"Gökçe! Buraya gel!"
Gökçe, oralı olmadan adımlarını daha da hızlandırdı. Dermansız dizleri, kuş kadar kalan gövdesini güçlükle taşıyor, kağıt gibi bükülen kaburgaları, aldığı her nefeste etine batıyordu. Bedeni, gür ateşle yanan mumlar misali eriyip ufalmıştı. Rengini Ege'nin mavisinde unutan altı çökük gözleri, çivilenmiş kara tabutlara dönmüştü. Titreyip birbirine çarpan dudaklarında ise o tabutu aralama çabasının yegane sebebi vardı. Günler önce hayatının en güzel gecesinin sabahında, uykusunda terk ettiği bir adam; Aris.
"Gökçe! Pişman olacaksın!"
Gökçe, Mete'nin uyarısına yine aldırış etmedi ve sokağın karanlığında küçük, beyaz bir siluete dönene dek koşmayı sürdürdü. Kefaretinden mi kaçıyordu yoksa asıl kefaret vardığı yerde mi bekliyordu onu, bir fikri yoktu. Zihninde, kalbinde, dilinde ve göğsünü delen akut kaygılarında tek bir isimden başka hiçbir şeye yer yoktu: "Aris!"
***
Otuz altı gün önce...
31 Aralık 2039 - Gökçeada
Her şeyin birdenbire olup bittiği bir gün, adada yaşayan herkesin payına farklı kefaretler düşmüştü. Kimi bir fotoğraf karesinden çıkıp gelen eski bir sırla yüzleşiyor, kimi bir telefonun ucunda direksiyonu hangi yöne kıracağını düşünüyordu. Kefaret, o gün kimisi için bileğine takılan bir kelepçeydi, kimisi için parmağında taşıdığı bir yüzük ve kimisi için ise gökyüzünden geçip giden jeti, bir teknenin güvertesinde öylece izlemek...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İmrozlu
Fiction généraleBir ada ve ortada duran iki kişi. Biri Türk biri Yunan. Biri isyancı biri işgalci. Birinde steteskop birinde künye. İkisi birbirine her şey olur. İkisinden birbirine hiçbir şey olmaz. . 1 Eylül 2039'da, kimine göre Gökçeada kimine göre İmroz'day...