***
★OY VERMEYİ VE YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN★
***
«⸻Από την Ίμβρος⸻»
◃ ◂ ◅ Ίμβρος ▻ ▸ ▹
Birden odanın kapısı açıldı. Pervazda beliren Kerim, Aris'le göz göze geldiğinde "Pardon, böldüm galiba... Kusura bakmayın" dedi. Ardından bakışlarını Gökçe'ye çevirerek gülümsedi ve son derece kendinden emin bir tavırla "Sevgilim" dedi. "Ben dışarıda bekliyorum."
Bir gün önce...
Kerim, bardağına üçüncü kadehini doldurmuş, paketindeki son sigarayı içerken gözünün önüne bir kez daha Kuzu Limanı'nda yaşananlar geldi. O gece pusuya düştüklerini, öldürdüğü kişinin Yüzbaşı Aris değil Timur olduğunu ve grubun kemik kadrosunun Uğurlu'da baskın yediğini, saatler sonra aldığı bir telefonla öğrenmişti. Arayan kişi, tutuklanan üyelerin suikastı kimin gerçekleştirdiğinden haberdar olmadığını, liderlerinin ise hiçbir koşulda Kerim'in ismini vermeyeceğini, bu yüzden panik yapmasına mahal olmadığını söylüyordu.
Ancak Kerim yine de büyük bir yıkım yaşadı. Hayatında ilk kez birini öldürmüştü. Bu kişi Aris olsaydı, hiç değilse girdiği günah bir işe yaramış olurdu ama onu bile başaramamıştı. Üstelik tetiği Kerim'in çektiği ortaya çıkarsa, öldürmeyi bile beceremediği bir adam yüzünden hayatını karanlık bir hücrede geçirecekti. Yunan'ın vurduğu kelepçeyle içeride çürüyeceğine ölse daha iyiydi. Bu düşüncelerle aklını oynatacak gibi olan Kerim, Yüzbaşı Aris'le yüz yüze gelmeye hazır olmadığına kanaat getirdi. En iyisi, üç-beş gün de olsa karargahtan uzak kalıp kafasını toparlamaktı. Bu kararından hareketle, bir şişe rakıyı köklediği gibi yumruğunu duvara vurdu ve ağrılarını bahane ederek hastaneye bir haftalık rapor yazdırdı.
O günden bugüne, sargıya alınan bileği, daha iyiye gitse de Kerim için aynı şey söylenemezdi. Ne aldığı alkolün haddi hesabı vardı ne kül tablalarından taşan sigaraların... Evi ise büsbütün ahıra dönmüştü. Ayağını yere bastığı anda boş bir şişeye çarpıyor, yere düşen izmaritleri toplama gereği bile duymuyordu.
O anda da rakısını doldurmuş, son sigarasını yarılamışken çalan kapıyı, tekelden verdiği siparişleri getiren kurye zannederek açtı. Karşısında gördüğü yüz ise günlerdir içinde debelendiği kuyudan birden çıkardı Kerim'i. "Gökçe?" dedi, hayret dolu bir sesle. Üstü başı ıslanmış, ağlamaktan gözleri şişmiş halde oldukça kötü görünen Gökçe'yi baştan ayağa süzdü. "İyi misin sen? N'oldu sana?"
Gökçe, kızaran gözleriyle Kerim'e bir süre baktıktan sonra "Nasıl olacak?" dedi, titrek bir sesle. "O dediğin şey nasıl olacak?!"
"Anlamadım? Hangi şey? İçeri gel, diyeceğim ama ev çok kö-..."
Kerim sözünü tamamlayamadan hızlıca içeri giren Gökçe, kendi derdine düştüğü için ne Kerim'in ne de evinin sefaletini görecek durumda değildi. Salonun ortasında turlamaya başlayarak "Bana o gün arabada dediğin şey!" diye bağırdı. "Nefretle ilgili dediğin o şeyler işte!"
"N'oluyor Gökçe? Nereden çık-..."
"Kerim!" Gökçe ellerini yumruk yapıp göğsünde birleştirdi. "Bak-... Ben bununla baş edemem, tamam mı? Yapamam! Bu çok ağır. Çok ağır bu-... Ben taşıyamam bunu. Böyle nefes alamam ben. Bak... Bak, bir saattir! Bir saattir dışarıda, bu yağmurun altında motosiklet sürdüm. Çünkü duramadım. Çünkü frene bastığımda bunun olacağını biliyordum!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İmrozlu
Ficción GeneralBir ada ve ortada duran iki kişi. Biri Türk biri Yunan. Biri isyancı biri işgalci. Birinde steteskop birinde künye. İkisi birbirine her şey olur. İkisinden birbirine hiçbir şey olmaz. . 1 Eylül 2039'da, kimine göre Gökçeada kimine göre İmroz'day...