***
Merhabalar, 19 K'lık, oldukça uzun bir bölümle karşınızdayım. Kitabın başından beri beni aşırı heyecanlandıran bir bölüm bu. Oylarınızı ve yorumlarınızı sabırsızlıkla bekliyorum. Lafı hiç uzatmadan içeri alalım sizi... Bu bölüme bir girişiniz bir de çıkışınız olacak çünkü! :D
***
«⸻ Ο ίμβριος ⸻»
"Denizle tuz gibi karıştı aklım,
Bir sana tutkunum, bir sana düşman...
Kalbim avucunda yok gizli saklım,
Bir sana tutkunum, bir sana düşman..."Yıldız Kenter
◃ ◂ ◅ Ίμβρος ▻ ▸ ▹
Siyah cipin silecekleri, ön camı döven yağmur damlalarını sağa sola savururken direksiyonun başındaki Aris, dar sokaklarda müthiş bir hızla ilerliyordu. Kafası düşünmekten patlayacak gibiydi. Gözlerinin önünde Gökçe'nin yüzü vardı, kulağında sesi ve ağrılar; görüş açısını bulandıran, direksiyondaki ellerini titreten ağrılar... Bir süre bu histeri haliyle nereye gittiğini bilmeden öylece yol aldıktan sonra yaptığı ani bir frenle arabayı durdurdu Aris ve evinin önünde nöbet tutan güvenliği aradı.
Nöbetçi asker, "Emredin Yüzbaşım?" diye cevapladı aramayı.
Aris, tereddütlü bir sesle "Asker..." dedi. "Gökçe Hanım-... Gökçe Hanım, evden çıkış yaptı mı?"
Askerin cevabı "Hayır efendim" oldu.
"Anladım..." dedi Aris. "Çıkış yaparsa beni bilgilendir." Ardından telefonu kapattı ve iki eliyle yüzünü sıvazlayıp içine uzun bir nefes çekti. Saate baktığında 2'ye geliyordu. Eve dönemez, bu halde Gökçe'yle yüzleşemezdi. O halde ne yapacaktı? Yeniden arabayı çalıştırdı Aris ve nereye gittiğini bilmeden gaza bastı.
***
Antika Radyolu Adam panik haldeydi. Yusuf Müdür'ün uyandığını öğrendikten sonra Amiral Markos'la görüşmüş ve bir an önce onun işini bitirmesi gerektiğini, aksi takdirde deşifre olacağını söyleyerek Markos'tan yardım istemişti.
Markos ise bu işe bulaşmaktan yana değildi. Bugüne dek adadaki hiçbir meseleye doğrudan müdahil olmamış, kendini bir şekilde geri planda tutmayı başarmıştı. Şimdiyse her şey tersine dönmek üzereydi. Yusuf, Ali'nin Radyocu olduğunu söyler ve Ali gözaltında öterse ipin ucu Markos'a kadar ulaşırdı. Ki esasen bu, Markos'un çok da umurunda olmazdı. Hepi topu yirmili yaşlarındaki meczup, psikopat bir Türk'ün halüsinasyonlarıyla koskoca Yunan Orduları Amirali zan altında kalmaz, kimse öyle birinin lafına itibar edip Markos'a dokunmazdı. Konu dışarı taşmadan iç edilir, Radyocu yarını bile görmeden susturulurdu. Tıpkı Albay Petrus gibi... Hal böyleyken Markos'un korkusu kariyeri ve itibarıyla değil, ailesiyle ilgiliydi. Aris'le ilgili... Oğlunun bunu öğrenmesine izin veremezdi. Adadaki her felaketin altından bizzat babasının çıkması, Aris için önlenemez bir yıkım olurdu. Bunun sonu, Aris'in İmroz'daki vazifesini bırakmasına kadar giderdi ve Markos, böylesi bir riski göze alacak biri değildi.
Ancak ortada çok fazla seçeneği yoktu. İmroz'daki muhbirlerini, maşalarını tek tek kaybetmişti Markos. Refak'ın da ölümüyle Radyocu'dan başka adamı kalmamıştı. Onu harcamayı, mevcut şartlarda son çaresi olarak bile görmezdi ama eğer bu gece işler yolunda gitmez de Radyocu'nun kimliği ortaya çıkarsa, Markos'u bekleyen tehlike İmroz'da gözsüz kulaksız kalmaktan fazlası olurdu. Bu düşünce Markos'a tek bir kapı açtı; Radyocu, Yusuf'u öldüremez ve yakayı ele verirse, kimseye ağzını açamadan defterini dürecekti onun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İmrozlu
Ficción GeneralBir ada ve ortada duran iki kişi. Biri Türk biri Yunan. Biri isyancı biri işgalci. Birinde steteskop birinde künye. İkisi birbirine her şey olur. İkisinden birbirine hiçbir şey olmaz. . 1 Eylül 2039'da, kimine göre Gökçeada kimine göre İmroz'day...