"Çok hoş Beste ya, acaba ben ne zaman böyle hediyeler alacağım Anıl'dan?".
İkimiz boş sınıfta oturup Fulya'nın bana vermiş olduğu hediye kameraya bakarken, Ecem'den duyduğum cümleyle beraber başımı ona çevirdim; gerçekten de ikisinin ilişkisi fazlasıyla garipti. Haftanın altı günü kavga edip sadece bir günü yakın oluyorlardı, iki keçi gerçekten de birbirden inatçılardı. Onları anlamak mümkünsüzdü çünkü kendileri bile birbirlerini anlamıyorlardı, zaten onların sorunu da buydu. Ama yine de birbirlerini sevdiklerine emindim, tek korkum ikisinin de bir gün birbirinden bıkacağı ve birbirlerini bırakacak olmasıydı.
Ki eğer böyle devam etmeyi seçseler, ikisinin de sonu bu olacaktı.
"Çocuğa iyi davranırsan belki alırsın." dedim dilimin ucunda. Ardından kamerayı çantama sıkıştırdım. Ecem derin bir nefes alıp, "İki koçun kafası bir kazanda kaynamıyor Beste. İki baskın bir arada olmuyor maalesef." dedi ve bana baktı. "O kendi lafını geçirmek istiyor bende kendi lafımı. Ayrıca ortada bir itiraf gibi bir şey de yok ama arkadaşta değiliz. Garip yani onu anlayamıyorum. Yanında dursam bir dert durmasam bir dert. Ne biz oluyoruz, ne de başkalarıyla olmamıza izin veriyoruz." Onu dinledikten hemen sonra kendimden emin bir şekilde, "Toxic bir ilişkidesiniz yani?" diye sordum ve Ecem bunu duyar duymaz eliyle yüzünü kapatıp başını olumlu anlamda salladı.
"Alttan almayı deneyebilirsin Ecem." dedim ona doğru. "Kavga ettiğiniz zaman susmayı deneyebilirsin. Ya da tartıştığınız zaman üste çıkmak için değil de orta yolu bulmak için çabalayabilirsin." Ecem bana ters gözlerle bakıp, "O sussun, ben niye susuyorum?" diye cevap verdi. "O orta yolu bulsun. Alttan alsın." Bir çocuk gibi davrandığı zaman ona göz devirdim ve "Böyle diye diye bu ilişkiyi devam ettiremezsin." dedim. "Devam etmesini istiyorsan ikiniz de bu alttan almalısınız. O yapsın, bu etsin demekle olmuyor. Belki Anıl da Ecem yapsın diye düşünüyordur."
Ecem hafifçe çattığı kaşlarını gevşettiği zaman açılan sınıf kapısıyla beraber ikimizin de bakışları oraya doğru döndü; Asya elinde kahve bardağıyla beraber yanımıza doğru ilerlediği sırada gelip benim yanıma oturdu. Anında bana doğru dönüp, "Beste ben mal mıyım?" diye sordu. Sorduğu soruya karşılık olarak sustuğum zaman Ecem saniyesinde, "Evet." diye yanıt verdi. "De şimdi bunu niye soruyorsun ki?" Asya kahvesinden kocaman bir yudum alıp, "Demin Ufuk'la Nil'i bahçede otururken gördüm." dedi. İkimiz de büyük gözlerle Asya'ya baktığımız zaman Ecem, "Çüş artık be." diye mırıldandı. "Ne Nil'miş Ufuk. Bir vazgeçemedin gitti."
"İkisini ben hep görüyorum. Siz görmüyor musunuz?" İkimiz de başımızı olumsuz anlamda salladığımız zaman ben Asya'nın koluna dokundum ve "Acaba sapık gibi 7/24 Ufuk'u dikizliyor olabilir misin?" diye sordum. O an Ecem hafifçe güldü ve "Sapık gibi mi?" dedi. "Diyene bak. Fulya'nın tc'si bile vardı sende." Gözlerimi ona devirdiğim zaman Asya devam etti; "Hayır bir arkadaş gibi uzak ve ya soğukta değiller. Mesela bak Anıl'la bana. Biz soğuğuz çünkü o benim arkadaşım, kucağına atlayacak halim yok herhalde. Ama Nil ve Ufuk öyle değil." Ardından başını eline yasladı. "Buna rağmen ondan vazgeçemiyorum. Aklım istemese bile kalbim istiyor sanki. Malım ben."
"Malsın." dedi Ecem sessizce. Sıranın altından ona ayağımla vurduğun zaman hafifçe zıpladı ve anlamaz gözlerle bana baktı. Bense Asya'ya bakıp, "Olur öyle. Kendine yüklenme Asya." dedim. "Pat diye vazgeçseydin işte o zaman sorun olurdu." Asya derin bir nefes verip arkasına yasladığı zaman kolu, yanlışlıkla kahve bardağına değdi ve içinde olan tüm kahve okul eteğime döküldüğü zaman anın vermiş olduğu heyecanla ayağa fırladım. Asya da benimle beraber ayağa fırladığı an, "Yandın mı?" diye sordu bana alelacele. Eteğimi tutarken telaşla, "Biraz." diye mırıldandım. "Siz burada kalın, ben temizleyip geliyorum. Hocaya söylersiniz."
Onları dinlemeden hızlı hızlı sınıftan çıktığım an önümdeki sınıf kapısı açıldı ve içinden Sedef çıktı. Kulaklarına taktığı lacivert kulaklığıyla beraber kapıyı kapattığı an yeşil gözleriyle ilk önce bana, ardından kendimden uzak tutmaya çalıştığım okul eteğime baktı. "Noldu?" dedi bana doğru. Hızlı bir şekilde, "Yandım. Üzerine kahve döküldü." diye ona cevap verdim. Bakışları anında değişti ve kulaklıklarını boyuna takıp yanıma doğru adımladı. "Su tuttun mu?" diye sordu bana. Birlikte merdivenleri inip tuvalete doğru adamlarken başımı olumsuz anlamda iki yana salladım. "Beste bebek misin?" dedi bana. "Kahveni sınıfına getirip ben mi içireyim sana kendini yakmaman için?"
"Ben yapmadım ki." dedim adımlarımı bozmadan. "Yanlışlıkla Asya döktü." Sedef derin bir nefes verip tuvaletin kapısını bana açtığı zaman içeri girdim. Arkamdan da Sedef girdi ve elimi musluğa bile uzatamadan kendisi musluğa uzandı ve suyu açtı. Avcuna biraz su biriktirip yavaşça bana döndü ve eğilip eteğimin ucunu hafifçe kavradı. Ben ne yaptığını anlamaya çalışırken eteğimi yukarı kaldırdı ve avcundaki soğuk suyu bacaklarıma dokundurmaya başladı. Artık tek kızaran yerim bacaklarım değil, hem de yanaklarımdı. Bir kez daha soğuk suyu avcuna döktü ve eteğimi biraz daha yukarı kaldırıp buz gibi suyu bacaklarıma dokundurdu ve avucunun içini, kızaran bölgeye doğru bastırdı.
Boyundan dolayı avanjatlıydı tabii.
Gözümün önüne düşen kıvırcık saçlarımı yüzümden çektim. Sedef avcunu bacağımdan çekip kenardan bir peçete aldı. "Çok yanmamış." dedi bana doğru. Benim aklım yukarı çekilen eteğim ve bacaklarımda dokunan ellerindeydi. "Çok yansaydı bu kadar az kızarmazdı. Yine de revire gidip krem almanı öneririm Beste." İslattığı peçeteyi de yanan bölgeye bastırıp eteğimle de üstünü kapattı. "Alırım." dedim sessizce. Oysa bana baktı ve başını olumlu anlamda salladı. Musluğu son kez açıp ellerini yıkadığı zaman kabinden çıkan bir kız göz ucuyla bize baktı.
Boyu hemen hemen benimle aynıydı. Kahve, uzun saçlarını omzundan dökmüştü ve teni de bembeyazdı. Hafif kısık gözleriyle bir kez daha bize bakarken onun da yüzünde benimki kadar olmasa da hafif çillerin olduğunu gördüm. Bende musluğu açıp yanında ellerimi yıkarken anlık olarak bana döndü ve "Sen," dedi hafifçe. "Fulya'nın nesi oluyorsun tam olarak?" Verdiği soruyla beraber şaşırdım ama bunu ona belli etmedim. Onun yerine karşımdaki aynadan sadece Sedef'e bakmakla yetindim. Ardından kıza döndüm. "Bunu neden soruyorsun?"
"Bilmem," dedi omuz silkerek. "Cevap vericek misin?" Kısık bir nefes aldığım zaman, "Arkadaşıyım." dedim sadece. Şimdilik. "Neden sorduğunu söyleyecek misin?" Yanımda duran kız hafifçe güldüğü zaman, "Ben o kadar yakın duran arkadaşlar daha önce görmedim." dedi. "Fulya da benim eski bir arkadaşım o zaman. Anlaşılan siz böyle şeylere arkadaş diyorsunuz." Kaşlarımı çattığım zaman olayı henüz anlamamıştım bile. Benim yerime Sedef uyarıcı bir ses tonuyla, "Uğraşma Nazlı." dedi. Nazlı mı? Fulya'nın eski sevgilisi olan Nazlı mı? "Ne istiyorsun?"
Nazlı kısa bir an Sedef'e yan gözlerle baktı ve "Bence sen hiç konuşma." dedi. "Arkadaşını satan bir insan için fazla konuşuyorsun." Sedef büyük bir nefes verdi ve hiçbir şey demedi. Belli ki hala Nazlı'ya karşı saygılıydı. "Ya da arkadaşının ailesini dağıtan, ilişkisini bozan bir insana göre.." Dediklerinin doğruluk payını bilmiyordum ama bunu ona kesinlikle buradan çıktıktan sonra Sedef'e soracaktım. "Neyse." dedi Nazlı. Ardından yasladığı yerden doğruldu ve "Bence sen de çok kaptırma kendini." dedi. "Fulya, seninle Sedef'e inat konuşuyor çünkü," dedi ve durdu. "Çünkü maalesef ki iki eski arkadaşın konusu sensin." Durdu ve ekledi. "Sedef'in konusu sensin. Fulya'nın konusu tamamen Sedef'in canını yakmak. Bunu da senin üzerinden yapıyor."
Gözlerimi kırparak Sedef'e baktığım zaman benden bakışlarını kaçırdığını fark ettim, bakışlarını kaçırmak, o haklı demekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
12.12 (gxg)
ChickLit"Her tarihin bir anlamı vardır. Her tarih bir anlam taşır." 12.12.21 yuri 1