Oturdugu masanın basında, sandalyeden kalkamıyordu,"Dunya mı donuyor yoksa carpıldık mı gene?"....Isıgın etrafında her zamanki gibi bir yaslı sinek, dinledigi tum sarkıların ahını almayı kafasına koymuscasına vızıltıyla ucuyordu. Gozunu son damlasını az once tukettigi siseye baktı, onun da sırtı yere gelmisti ve yuvarlanıp gidiyordu onun gittigi gibi masanın sonuna dogru, bir ucuruma. Duvardaki kırmızı saate baktı, zaman mekanı, aklı basını coktan gecmisti ve aman aman bir amansızlık kalmıstı geriye ki ne o aldırıs ediyordu buna ne de basının tepesindeki yaslı sinek. Sanki gittikce daha da sidetli vızıldıyordu, basını kaldırıp nerede oldugunu kestirmeye calıstı fakat yukarıya dogru fazla bakamadı "bizim tavana ne zaman cark-ı felek kuruldu yahu?" diyebildi sadece. İki eliyle basını tuttu, ictenlikle bunun işe yarayacagını dusunuyordu ve tekrar gozleri tavana bakıyordu. Az da olsa ayıldıgından mı yoksa gercekten bunun bir cozum olacagına inandıgından mı oldugunu bilemez halde işe yaramıstı, ama bu sefer de tepesindeki lambanın parlaklıgından gozlerinde beyaz lekeler kaldı. Baktıgı her yer beyazdı artık, "vay be" dedi, "hayata da boyle gozlerle mi bakmak lazımdı ki?".Gozleri masaya donerken yine duvardaki saate takıldı, kırmızıydı, tatlı bir kırmızı, bogaların sevmeyecegi turden bir kırmızı. "Guzel sarkılar var bugun, ancak boyle bir sarkıda gidebilir boylesine bir gemi." Sag dirsegini tahta masaya koydu basını hafif hafif sag eline yaslarken, anlasılan agır gelmeye baslamıstı, normaldi de, o kadar sise yuvarlandıgında bir bası cok rahat agrıtabilirlerdi bir de sinek tabi. Yeni bir sise acmak icin buz dolabına gitmek istedi once, ayaga kalkması zor gorunuyordu. "Olmayacak anlasılan" dedi, zor zamanlar icin sakladıgı kucuk siseyi sandalyesinin yanındaki cantasından cıkardı. İcmek icin yavasca acmak istedi ama ellerinde pek guc kalmamıstı, yine de milim milim oynatarak acmayı basardı siseyi ve agzına goturecekken ilk yudum icin, odasındaki sessizligi farketti. Vızıltı kesilmisti. "Acaba gitti mi?" dedi, "yoksa....amaaan bana ne ki, yaslıydı zaten, duzgun de ucamıyordur kesin...."yine de emin olmak icin basını kaldırmak istedi ta ki saati gorunceye kadar. Kırmızıydı, tatlı kırmızı, bogaların sevmedigi cinsten kırmızı. Midesi bulanmaya basladı, aklına eskiden onunla icen insanlar geldi, ona hep "Zevk icin iciyorum", "Eglence icin iciyorum","Cakırkeyif olmak icin iciyorum" demişlerdi ve zaman zaman neden bu kadar cok ictigini sorarlar, cogunlukla bu durumu sacma bulurlardı. İşin kotusu onlara verebilecek duzgun bir cevabı bile yoktu. "Siz, hepiniz kadehinizdekileri keyfini surerek yudumluyordunuz, ama benim egerimle keyif surulmez anlamıyordunuz" dedi kucuk siseden bir yudum daha almadan once."Sizin kalpleriniz tum duygulara acıktı; cunku siz insan kalbinin hep kutsal duygular besledigini sanıyordunuz, oysa ben nefretten arınmak icin ilk once sevgimden vazgectim bilmiyordunuz. Sizler kutsal duyguların insanlarıydınız, kutsal duyguları giyinip, guzel evlerde yasayıp, partilere gidip doyasıya eglenmek isteyen....sizin aranızda benim gibilere yer yoktu....sizin kalbinizde kotu duygulara yer yoktu, siz kıskanmaz, nefret etmez, kızmazdınız....yaptıgınız savaslar bile bir oyunun geregiydi, birbirinize ettiginiz tum o hakaretler, kufurler gibi....siz kutsaldınız, kendinizle kutsandınız....". Yine saate baktı, kırmızıydı, tatlı bir kırmızı, kırılmıs bir kalpten akan huzunler gibi bir kırmızı, insanların sevmedigi cinsten. Yatagına gidemeyecekti, bunu biliyordu, ellerini masanın uzerine birlestirdi basını yaslamadan once ve siselerin arasında oylece uyuya kaldı. Uykusu kırmızıydı, tatlı kırmızı....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Sehrin Yalnızlıgı
RandomSoguk sehir duvarlarının, bir insanı kucaklayarak usutmesini anlatan, kahramanı olmayan ve bir kahramana gerek duymayan bir hikaye