Ayakları agrıyor, ayakları sızlıyor, yine de adım ustune adım atıyordu. Gece havanın sertligi kırılmıs gibiydi. Kafasını one egmiş dumduz ve uzun kaldırımda gecen arabalara aldırmadan yuruyordu. Bir ara yanından kavga eden bir cift gecmişti. Her ne kadar duymamak istediyse de kadının "hayır istemiyorum" sozleri cok sesli ve yankılıydı. Once muzikcalarının sesini sonuna kadar actı ve kucuk kucuk melodileri mırıldanmaya basladı, sonra da yurudugu hızı azaltıp uzaklasmalarını bekledi. Buna ragmen bes dakika gibi bir sure o yankılar kaldı cevresinde ve onu rahat bırakmadı. Nihayet ortadan kayboldukarında huzura kavusmustu, gecenin sessizligi ve dinlemek istedigi sarkılar, bir de ustunde yurudu karın sesi. Birkac hafta once yagan kar hala yerdeydi ve tamamen erimemişti, gunduz gunesli olan hava onu bi nebze eritmiş olmasına ragmen gecenin sogugu- cok olmasa da onun icin- eriyen karın donmasına neden olmus, ustune basıldıgında kıtırtıya benzer sesler cıkarmasını saglamıstı ve simdi bu sesler adım attıgı her an onunlaydılar. Kar ustunde yurumek daha cazipti cunku diger taraflarda daha cok camur vardı ve ustunu basını kirletmek istemiyordu bu gece, camasır yıkamak istedigi zamanlardan biri degildi zira. Az sonra bir otobus duragı gecti, ve bir tane daha. Buradaki kaldırımlar temizdi fakat karın erimesi icin atılmıs olan tuzlar, kar eridikten sonra kaldırım ortasında obek obek kalmıstı. Yururken ayakları, saat iki civarında yaptıgı kosunun yorgunlugunun etkisiyle, yerden pek kalkmıyor bu nedenle tuzların uzerinde surunme izleri bırakıyor ya da onları etrafa sacıyordu. Evinin sokagına girmesine iki uc adım kala, iki kişinin hareretli bir tartısma halinde yaklastıgını isitti, her ne kadar cevresindeki insanları dinlemiyor, gormuyor ve umursamıyor olsa da, bir sekilde onu kendi dunyalarının icine cekmeyi basarıyorlardı. Bu bir suc sayılmalıydı artık, bu insanları cezalandırıp kendinden uzaklastırmalıydı, ancak boyle daha cok kendine zaman ayırıp gercekten dusundugu ve onemsedigi seylere yogunlasabilirdi. Onlar gereksizdi hayatında, birbirinden farklı oldugunu iddaa eden, konusan, yalan soyleyen ve cogunlukla acı verici varlıklardı. Hatta bir keresinde "hepimizde Tanrı'nın bir parcası var, O'nun eserleriyiz" dedigi icin hem inanan hem de inanmayanlardan tepki gormus, uzun sure nefret dolu bakısların hedefi olmustu. Bir dart tahtası gibi....Aklına dart oynamak geldi, "belki tum bu gereksiz olayların arasında sıyırabilirim kendimi" diyerek umutla eve varınca dart oynamayı gozlerinin onune getirdi, fakat onda da iyi satılmazdı ve bowlingte de. O kadar kotu bir bowling oyuncusuydu ki, kendisini "karavana kelimesindeki harfler kadar labut deviremeyen insan" olarak nitelendirirdi. Bir an yolun ortasında durdu, "karavana'da kac harf var ki?" diye kendine sordu. Sonra saymaya basladı, saymayı bitirdiginde kapısına yaklasıyordu, "sekiz, sekiz labut bile deviremiyormusum" dedi. Sonra aklına en son bowling oynadıgı zamanı getirdi. İlginc bir yerdi. Normal bir bowling salonunun oyun sahaları birbirinden duvarlarla ayrılmıstı ve her birine bir oda adı verilmişti. Birden baslayarak ona kadar gidiyordu bu numaralar ve her aksam bir odaya bedava icecek servisi yapılıyordu. Altıncı oda onun ve arkadasınındı, ziyaretine gittigi, evli arkadasının. O aksam icmiş olmasının sonucu olsa gerek, topu yuvarladıktan sonra yere dusmustu, kalkarken de "sayıı!!" diye bagırıp labutların oldugu yere dogru cevirmişti bakıslarını. Sadece kendisini ve iki labutu devirebilmisti bu atısla ve kızgın bir ifadeyle "vay *** yine devirememişiz hakkıyla" demişti. Arkadası normalde kufretmeyen bu genci hem aklındakileri bildiginden hem de alkollu olmasından dolayı mazur gormustu. Yuzundeki ifadesiz tavırların ardında neler oldugunu tam olarak bilmese de birseylerin yerinde olmadıgını gorebiliyordu. O gece onu evine bırakırken neyin ters gittigini sormustu, ama tum duyabildigi "melekler buradan gitti dostum, onlara inanmamız gerekiyormus, oyle diyor kitap. İnanıyorum, e hani nerde ya, nerde?" diyen gozleri yarısına kadar perdeli sozler olmustu. O gece her saat bası nobet tutar gibi sıcrayarak uyanmıstı sanki gerekliymiş gibi. Aklına daha cok sey getirmek istiyordu aslında o zamanla ilgili fakat, yer ve zamanlar karısmaya baslıyordu yavas yavas.
Tum bunları hatırlarken iceriye girmiş ve ustunu basını degiştirmişti bile. Simdi tek istedigi guzel bir kahveydi, fakat bu sefer krema yerine sut koyacaktı kahvesine.Cok daha guzel olurdu boylesi. Aklında az onceki dusuncelerden kalan parcacıklar birikiyordu. Kahvesinin sekerini ve suyunu koyarken mutfak camından dısarıya baktı, sokak lamları yeterice aydınlatmıyor gibiydi cevreyi. "Aslında, aydınlatıcı gordugumuz bircok sey de aydınlatmıyor yeterice" dedi. "iki insan arasında paylasılan duygular, ayrılık gunu geldiginde aynı amacları ve kaynagı paylasan o insanlar birer Ortadoks ve Katolik olup cıkıyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Sehrin Yalnızlıgı
RandomSoguk sehir duvarlarının, bir insanı kucaklayarak usutmesini anlatan, kahramanı olmayan ve bir kahramana gerek duymayan bir hikaye