Tozlu kitaplıgının yanından geciyordu, bircok kalın kitabın arasında nispeten daha kısa bir tanesini gordu. Elini uzatıp yavasca aralarından sıyırmak istedi, uzerinde beyaz bir kazak vardı ve tozlanmasını istemiyordu. Yine de basarılı olamadı, kazagının kolları toz icinde olmustu. Calısma masasından bir ıslak mendil aldı, "Hayret, ne ara bunu buraya bırakmısım" diyerek ve once kazagını sonra ellerini ardından da kitabı sildi, ama elleri ve kitabın aksine kazagı daha berbat olmustu. Merakı titizligine ustun gelince kitabı actı ve icine sıkısmıs olan tozların bazıları gozlerine kactı. "Bu kadar cok mu okunmamayı istiyorsun, kahretsin!" diyerek banyoya dogru gitti. Yuzunu guzelce yıkadıktan sonra tekrar kitabın basına gecti. Bu artık bir inat meselesi olmaya baslamıstı ve o kitap okunmalıydı. İlk sayfayı cevirdi, bu bir kitap degildi. Dıs kabı ne kadar bir kitabı andırsa da eski hatıra defterinden baskası degildi. Kurcalayınca bir kısmında arkadaslarının yazılarının bir kısmında ise gunlugunun oldugunu farketti. hangisini daha once yaptıgını bilemedi once cunku gunlugunun tarihlerini atmamıstı yazarken. Buyuk ihtimalle usengecligi tutmustu. Sonra gunlugun ilerleyen sayfalarına ogru tarihlerin yazılı oldugunu gormeye basladı. Bazı bolumlerinde istisnasız her bolum yazılıydı ve yavas yavas ilerliyordu hersey. Bazen bir gune sadece bir kelime bazen bir olay icin sayfalarca yazmıstı. Yasadıklarını ustun koru okuyarak gecti, zaten bir cogunu biliyordu ama o zamanlar nasıl birseyler dusundugunu bilemiyordu ve bu da ona gunlugunu okuması icin gerekli merakı saglıyordu. Yavas yavas basladı. İlk olaylar okulda yasadıklarını anlatıyordu. Belli ki lise doneminin baslarıydı. Daha cok kızlar ve yaptıklarından duydugu pişmanlıklar hakimdi, sonraki yapraklar sanki birkac yıl gecmişcesine degişiyordu. Gunlerden, derslerden, notlardan bahsediyordu. Sahip oldugu hayallerin bazılarının nasıl degiştigine sahit oluyordu. Ardından hergunun yazılı oldugu o bolume geldi. Okumaya baslayınca hatırladı hemen, yalanlar, umursamazlıklar, kalp kırıklıkları vardı, universite yıllarıydı bunlar ve cok da uzak degildiler. Ama neden her gunun tarihini ve ilerleyen gunlerde saatlerini bile yazmaya baslamıstı ki? O da bilmiyordu. Yapacagı seyi unutup defterin basına iyice yumuldu, elleri tozlanıyor ya da kazagının ustu batıyormus umursamıyordu. Tarihler cok fazla dolu yagdıgını soyledigi bir gunde bitiyordu. Hala hatırlıyordu o gunu, elektrik direklerine carpınca kırılacaklarmıscasına bagırmıslardı. Bir suru arabayı hasat edip, agacların dallarını budamıslardı. Sevdigi cicekler bile olmustu. Biraz silkinip hayal kurmayı bıraktı, kendine gelip okumaya devam etti. Son satırlarında diyordu ki; "Bu gece o buz gibi sehir cok guzel, kendi degil ama ısıkları, makyajını iyi yapmıs. Soylenmesi gerkenler soylendi, yapılması gerekenler yapıldı. Peki kimin soylenmesi gerekenleri, kimin yapılması gerekenleri onlar. Yapan bile bilmiyorsa, kime sorulabilir ki? Yuklemin anlamını ozneden sormak gerek, öznenin anlamını yazana.-Öz ne demek?- Her bugun, bir dünden dogar. Zaman bir ailedir. Kardesler, anneler, babalar vardır icinde, noktalar koyarız aralarına ki bilelim hangisinin kim oldugunu.Saygı gostermediginden saygı bekleyemezsin, ekmedigini bicemezsin, bakmadıgını bahce yapamazsın. Bugunun bana en guzel dersi, hayatın benim ellerimde olmadıgını ogretmesiydi bu nedenle. Benim sadece sectiklerim ve secmediklerim var. En azından onlara iyi bakarsam, belki gunu geldiginde onlar da bana iyi bakarlar."
"Sacmalamısım" dedi, defteri masanın ustunde bırakarak yuruyup gitti. Uzerinde hala tozlu beyaz kazagı vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Sehrin Yalnızlıgı
RandomSoguk sehir duvarlarının, bir insanı kucaklayarak usutmesini anlatan, kahramanı olmayan ve bir kahramana gerek duymayan bir hikaye