Avuciçi Kızarıkları

6 5 0
                                    

Kucuk gezintilerinden birini daha yaparken rastladıgı bir sahaftan aldıgı birkac kitabı bir cantaya koymus, kitapların agırlıklarının yuzunden eve erken donmeye koyumustu. Hicbirsey almayacagını dusundugu icin yanına cantasını almamıs sadece gezecegini tahmin etmişti. Koseyi donmeyip az daha devam edince sokagın sonundaki kucuk sahafı gorecegini hic dusunmemişti. İceri girdiginde, bir suru kitabın uzerlerindeki eskimişligi, yırtıkları saklamak kendisine sırtı donuk olacak sekilde raflarda dizilmiş oldugunu farketti. Cogunun kaplarında toz birikmişti ve bu ona kendisini evde gibi hissettiriyordu az da olsa. Yuzunu ne zamandır aramakta oldugu kitapları bulmak icin bir otarafa bir bu tarafa cevirirken "nerede olabilir ki?" diye sessizce mırıldanıyordu. Kasa olarak kullanılan gundelik bir masa vardı sahafın en ote kosesinde ve uzerinde eski zamanları anlatan bazı kitapların durdugunu farketti, nazik gorunumlu bir kadın bu kitapları geniş cehreli ve kendisini ilgilice dinleyen bir adama anlatıyordu. "Biliyor muydun, Sivas'ta bir zamanlar yabani kusları besleme dernegi varmıs. Kıs zamanlarında kusların olmemeleri icin onlara yem atarlarmıs." Gozleri parlıyordu bunları soylerken ve bu los ortamda cok rahatlıkla farkediliyordu gozleri. Adam basını sallayarak, "peki ne zamanmıs, ne zaman varmıs bu dernek?" diye inceden bir soru sordugunda onun da gozlerinde aynı parıltının oldugunu gordu. Kadın hızla kitabı karıstırıp, cevabı bulmaya calısmaya dururken kasaya yonelip aldıgı kitapların ne kadar oldugunu sordu. Bu sırada kadın sorunun cevabını bulmus ve gulumser bir yuzle "1863" gibi bir tarih oldugunu soyledi. Onların yuzlerindeki ifadelerin guzelligine oyle dalmıstı ki, bir an kitapları unutur gibi oldu masada. Bu sırada kitapları icine koydugu kucuk posetin icine bir iki tane de ayırac attı adam. Tam cıkacakken birkac genc kapıdan iceri girdiler, kitapları gozluk ustu bakıslar atıp duruyorlardı. Konusmaya basladılar ve sesleri rahatsız ediciydi biraz, az sonra ise sesleri yavasca alcalarak kitapların cehrelerinde sindirilmişti zira kitaplarını raflardan alamaz olmuslardı. Bu sessizligi fırsat bulup bir iki kitabı daha aramak istedi, bu sırada yanına baska biri daha geldi ve sevdigi bazı yazarların kitapları konusunda ona sorular sormaya basladı, "hangi kitabı daha once okusam, nasıl yapmalıyım, tum hepsini, tum setini aynı anda alsam olur mu" gibi sorular pespese birbirini takip ettiler. Guzel ve hefesli bir konusma yaptı, oyle ki heyecanı yuzune vurmustu. Uzun zamandır boylesine bir paylasım yapmamıstı ve kendi dunyasında bir catı daha bulmustu sanki, kitaplardan olusan, her sayfasında ayrı bir oda olan bir catı. Kararlarını verip kitapları sectikten sonra tekrar kasaya yoneldiler, bu kez giderken kadın ve adamın yuzune degil de etrafa bakınca, kasaya gitmeden hemen once bir sehpada bir pikap ignesi ve cercevesi oldugunu gordu. Belki de sehpa sandıgı sey de icinde pikap bulunan bir kutuydu. Yine de kasaya hemen geldiklerinden bunu dusunecek cok zamanı olmamıstı. Kitapları birkez daha adama uzattı, kadın hala gulumsuyordu ve adam da oyle. Daha buyuk bir posetlere konulan kitaplarla cıkmak uzereydiler ki kasadaki adam onları durdurdu ve onlara hediye olarak baska bir kitap daha verdi. "Tanrı'm" diye gecirdi icinden "bu uzun zamandır aldıgım ilk hediye ve bir kitapcıdan aldıgım ilk hediye". Mutlu olmustu. Cocuk duyguları yine kendine gelmişti anlasılan. Olu renkli duvarlar arasındaki "Harikalar Diyarı"nı bulmustu belli ki, "Alice gorse beni kıskanırdı" dedi kendine. Yolda yurumeye basladılar, kucuk kucuk sohbetler edip, kısa oykulerini paylastılar. Aksamustune dogru gelen bir saatti ve farklı otobuslere binmeleri gerekiyordu evlerine gidebilmeleri icin. Guzel bir yuruyus ve guzel bir sohbet olmustu. Buyuk ihtimalle bir daha goremyecegi bu insan, guzel bir arkadas olmustu ona. Telefon ya da adres almamıslardı birbirlerinden, insanları tanıdıkca onlardan uzaklasırdı genellikle. Oysa bugunun aklında sadece guzel anılarla hatırlanmasını istiyordu. Otobuse binerken kulaklıklarını taktı ve kitaplarını dizlerinin ustune koydu. Otobusun on camından batmakta olan gunes gorunuyordu, daha kızıllık ortmemişti ustunu. Demek ki daha zamanı vardı gunesin batısını izlemek icin. Gunesi izlemeye koyuldugunda, hayal dunyasının icine yolculuga da baslamıstı. Kimi zaman gunlerce uyuyamadıgı geldi aklına. Uc, dört ya da daha fazla gun uykusuzluk cokerdi ustune. Sabahları gun dogumunu, aksamları gun batımını izlerdi o zamanlar. Okudugu bir oykudeki prensi gibi, kucuk gezegeninde ard arda bircok gunun baslangıcını ve bitisini gorurdu. Aklı tum o yasadıgı gunleri tek bir gunmus gibi algıladıgılardı zaten, o nedenle bazen onun hikayesi oldugunu dusunurdu ve kendisini o prens gibi gorurdu. Sola dogru hafif bir savruldugunda kendine geldi, dusmek uzere olan kitapları bir cabayla tuttu. Gunesin altı kızarmıstı ve bugunun menusunun ana yemegi de pişmek uzere gorunuyordu onun icin. Otobusten indiginde gunesin sadece geride bıraktıgı biraz ısıltı vardı ve de insanın yuz hatlarını geren bir soguk. Acele etmeyerek ama kendine gore hızlıca eve dogru yurumeye basladı. İceri girdiginde saat yediye goz kırpıyordu. Heveslice ayakkabılarını ve uzerindeki montu cıkarıp bir koseye attı, hızlıca kitapları yatagının ustune koyup kendisine bir kahve yapmak icin mutfaga daldı. Yuzu, elleri ve duyguları donmustu. Kahvenin suyu kaynarken yuzundeki hisler icindeki sessizlik ve sogukluktan olmuslerdi. Boyle bir dunyada barınmak kolay degildi. "Buzul cagı gormesin bir kez dunya, bir daha hicbirsey aynı olmaz" dedi. Kupasına sıcak suyu doldurdu ve kahvesini ozenle hazırladı ve ardından ellerinin arasına alıp sıkıca tuttu kupayı. Ellerinin ısınmasını bekliyordu, ama nafile bir cabadan ileri gidemiyordu. Rica edildikten sonra soylenmiş bir tesekkur gibi, hicbir ise yaramıyordu. Avucları bile kızarmıyordu.

Bir Sehrin YalnızlıgıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin