Dolmusun on koltugunda, basını cama yaslamıstı, yanındaki soforun diger suruculere yaptıgı el hareketlerinden ve yuksek tondaki sozlerinden habersizce sakin sehri izliyordu. Yollar da cok kalabalık degildi, aslında kalabalık olabilirdi ama sokak lambalarının ısıkları arabalarınkilerle karıstıgından belki de o an icin hersey cok sade ve sakindi. Sesler susmustu, sanki tum sehir "tıp" oynuyordu ve bunu inanılmaz iyi oynuyordu nasıl oluyorsa. Evine gelmesine yakın inacegi yeri soyledi, yol boyunca kızgın tavırları ve kufurleriyle tum yolcuların yuzunde bir endiseye neden olan sofor, "iyi aksamlar kaptan" demesinin ardından gayet sakin ve rahat bir tonda "iyi aksamlar" dedi, yolcuların yuzlerindeki o sasırma ifadesini gorunce ilk basta birseylerin ters oldugunu dusunup ustune basına baktı, fakat sonra aldırmayarak bu duruma dolmustan indi. Eve girdiginde aklında hala birkac sey dolanıyordu. Beyninin o dolambaclı yollarındaki dolmus henuz gitmesi gereken yere ulasamamıstı belki de. İceri girip guzelce uzandı, ama bu durum onu kesmedi. Raflara baktı, hala biraz tozluydular, oysa temizlenmişti bir hafta oncesine kadar. Ust raflardan kucuk bir iki defteri aldı. Bunların iclerinden de ders notlarının cıkmasından korkuyordu, ama nasıl olduysa eski gunluklerinden biri cıktı, en azından geriye kalan sayfaları. Gunluk tutmak konusunda cok kotuydu, hic her-gun-yazdıgı-bir-gunlugu olmamıstı. Diş fırcalamayı, surekli birere gun arayla banyo etmeyi ogrenip davranıs haline getirdigi yaslarda, gunluk yazamama yetenegini de kazanmıstı. Aslında bazen bu sorular da kafasına takılırdı, yani birseyi yapablmek bir yetenekse, baska birseyi yapamamak da bir yetenek olamaz mıydı? Gayet de o da bir yetenek sayılabilirdi. İcinde bulundugu anda da gunlugu acamama yetenegini kullanıyordu zira anahtarı yoktu. Hırsının da etkisiyle olacak ki bir hısımla fırlayıp kilidi kesebilecegi birseyler aramaya koyuldu. Sonra vaz gecti, tam yere koyacaktı ki icerideki sayfalar yere dagılıverdiler. O eski gunlugun sayfaları, birer birer, okunmak istercesine yere dusmuslerdi, "okunmak icin sayfa atmak ya da yazın sıcagında kacan insanlar gibi kendini suya atmak..." gibi terimler uretip uretip dururken bir yandan da ellerini calıstırıp kagıtları topluyordu. Sırası dagılmıstı, tarihlerin bazıları coktan dagılmıs, bazıları ise kursun kalemle yazıldıgından coktan silinmişti. Bir sayfa buldu ve okumaya basladı....
"Bayram dolayısıyla anneannemi ziyarete gidiyoruz, beni zorla goturuyorlar, diyorum ki gitmeyelim, cok fena olcak. Hislerim beni uyarıyor, kar yagacak yollar kapanacak-meteorolojide calısmam gerekiyormus megerse benim- sonra donemiycez eve -ve o zamandan daha icgudulerim sezgilerim falan acık, hani bi soz vardır ya farım da acık yolum da onun gibi- ama beni dinnemeyip surukleye surukleye goturuyorlar, o arada aklıma bir oyuncak istedigimde ve o oyuncak alınmadıgında da boyle oldugunu hatırlıyorum, ilginc bulup su meshur Obama bakısını dudagımı bukerek atıyorum. Neyse isteksizce gonulsuzce goturuluyorum, icimden imdat adam kacırıyorlar demek de geciyor ama nazım o kadar geciyor mu bizimkilere bilmiyorum, zira son zamanlarda biraz yaramazmısım gibi geliyor. Noel Baba bile bana kus, listesinen cıkarmıs, biliyorum. Sonra iki gun orada kalıyoruz ama benim hayatımdan sanki haftalar calınmıs gibi oluyor. Hic alısamamısım o eve, sanki hapsedilmişim gibi hissediyorum ve kacamıyorum da. O kadar uzak hissediyorum kendimi herseyden, ama hersey derken hayatdolu herseyden. Oysa 200 metre otedeki agaclık cok guzel, su bastıgı icin oraya da gidemiyorum. İki gunun sonunda eve donucez fakat cok kar yagmıs yollarda ve bizim haberimiz yok hic bu durumdan. Diyorum bizimkilere, ben size dedim dedim dinnemediniz gordunuz mu ne oldu simdi diye, gulmuyorlar, durumun ciddiyetinin farkındalar. Bir dolmusa binip biryerlere kadar gidebiliyoruz fakat sonra biri gelip bize yolun ilerisinin tıkandıgını, bir kazanın yolu tıkadıgını soyluyor. Kar bize "you shall not pass" diyor. yol kapatılıyor, yol kar tarafından kapatılıyor. Sonra tren sesi bir umut gibi parlıyor ve yardım isteyen ates kulelerinin sactıgı umut gibi bir umur sacıyor icimize. Trene biniyoruz ama karnımız ac, kahvaltı etmemisiz ve saat coktan 14 suları. 14 suları ama icecek suyumuz da yok. o sırada dısarıdan bir simitci geciyor ve alabildigimiz kadar simiti alıyoruz.. tum kompartumanla paylasıyoruz simitleri. Az da olsa doyuyoruz. Simitci de pis pis sırıtıyo, cok fena kazandık, soguktan mıdır yoksa parayı buldugundan mı bilinmez ellerini ovusturuyor. 12 saat suruyor yolculugumuz, sonra da bir otobuse biniyoruz dogrudan gidemedigimiz icin istedigimiz yere. Yarım saat uzaklıktaki baska bir yere gitmişiz megerse, cunku tren bizim oraya gitmiyor. Onumuzdeki otbuslerin cogu karda saplanıp kalıyorlar ve biz nasıl oluyorsa guzelce gidiyoruz otogara kadar. Otogarda indigimiz anda birseyler beni uyarıyor."olum saat gecenin 3u diyor". bi yerimiz dona dona yarım saat daha yuruyup eve gidiyoruz. O kadar iyi donmus ki oralarımız, 1 gunluk kabız olup wc'yi kullanamıyoruz. son =)"
Yazıyı okuyunca gulecegi gelmişti, o zamanlar izledigi "Yuzuklerin Efendisi Serisi"nin onu bu kadar etkiledigini bilmiyordu, ama o filmleri cok severdi, bir de birkac cizgi filmi. Hayatta degerli ve ugruna mucadele edilmesi gereken ne varsa onlar ogretmişti ona. Deniz kıyısındayken begendigi tasları toplayarak bile iyi vakit gecirilebilecegini de....Kimi zaman sahilde kendisi gibi tas ve deniz kabugu toplayan insanlar gorurdu, "aslında cok da farklı degiliz, birbirimize benzer bir suru dusuncelerimiz var. Yine de her insan sadece bir tanedir herhalde. Kimseyi kimseyle kıyaslamaya gelmez...."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Sehrin Yalnızlıgı
RandomSoguk sehir duvarlarının, bir insanı kucaklayarak usutmesini anlatan, kahramanı olmayan ve bir kahramana gerek duymayan bir hikaye