Hayatın adil olup olmadıgını yargılamak asla bir insana dusmezdi, ozellikle de dunyayı kendi gozlerinden gorebilen bir insana. Kucuk dunyalar icinde yasayıp koca dunya hakkında yorum yapmak kimsenin hakkı olmamalıydı, buna inanıyordu. Dunya ne adil ne de adaletsiz degildi. Eger bir insan birseylere ulasamıyorsa, karsında yarısanlar ulasılmak istenenleri ondan daha cok isteyen ya da ona daha cok ihtiyacı olanlardı ona gore. İsteme meseleseydi bu bir deyişle ya da baska bir deyişle iki aglayan bebegin hangisinin daha cok agladıydı birsey icin. Gozyaslarını yargılama hukmunu kendinde goren insanların yargıları belki de. Oysa ki gozyasları da yargılanamazdı. Daha cok aglamak birseyi daha cok istemek degildi zira. Seller aglama zaten sahteydi onun gozunde, yani cok cok aglayabilirdi insan birsey icin, ama bir yerden sonrası icine gereginden fazla su katılmıs corba gibi tatsız tutsuz olurdu. Oysa gercek duygularla dokulen asıl yaslar, gozden ilk akan yaslardı. Gozlerden ilk dusenler onlar olurlardı, tum o yogun duygularla o setlerden tasan ilk onlar.... Cok aglamayanlar daha icten aglardı o nedenle ve daha samimi, belki de daha acıklı. Kendini gucsuz hisseden insanlar hep yaparlardı bunu, yataga yatıp, bir tarafa donup kıvrılırlar ve aglarlardı. "Ruhun temizligi" derlerdi buna bazıları, halbuki oyle miydi gercekten, bir bilene sormak gerekirdi. İnsan ne icin aglardı hayatında? İstedikler icin mi? Ulasamadıkları icin mi? Sevdikleri icin mi? Kaybettikleri icin mi? İnandıkları icin mi?.... Bu sorunun cevabını bulmak icin bir hayatı yasamak gerekirdi ki yasanmıs bir hayatın ardından bulunan bir cevap hicbirsey ifade etmezdi. Bulunan cevabın kullanılabilecegi bir kagıt kalmamıs olurdu cunku insanın onunde. Oysa ki anlık acılardan bulunan cevaplar da hep yanıltıcı oluyorlardı ve yoldan sapanların sayısı o kadar coktu ki....Aynı ilac icin ugrasıp, farklı yollara sapan, birbirinden ayrı o kadar sahıs vardı ki, aynı cumlenin oznesi bile olamıyorlardı artık. Peki ya bir ilac bir digerinin zehriyse? O zaman ne olurdu? Fedakar mıydı insanoglu kendinden vazgecebilecek kadar? Kelebege donussun diye baska bir tırtıl, kendi kozasından vazgecebilecek canlılar yasıyor muydu hayatta gercekten? Dusuncelerinin karmasası icinde kendini kaybederek soruları sormaya devam ettikce daha da derinlesiyordu icindeki kuyu, cevaplayamadıgı soruları yuzunden bu yalnızlıga suruklenmişti zaten ve hala da orada kalmakta ısrar edercesine daha da cogatıyordu bu soruları. Ama kendinie guzel cevaplar da buluyordu. Yine boyle kendi kendine dusundugu zamanların birinde kendine yalnızlıgının tanımını cevaplamıstı ve o gunden beri ne zaman o konu acılsa aklında, o cevabı hatırlardı. "Benim yalnızlıgım..." derdi "kendi hayatımda yasarken, baskalarının hayatlarında intahar etmemden geliyor. Baska hayatlarda tanım bulamayan bir kişiligim ben artık." ve boylesini daha iyi olduguna inanırdı ki melek olmadıgını her fırsatta soylerdi insanlara da, baskaları cennette sıcacık yasısın diye kendini cehennemin atesine atan insanlar hep olurdu. Bir filmde izlemişti, cehennemin en alt katında buzlar vardı. Sevdiklerini kurtarmak isteyen bir savascı, tum bunları goze alıp cehenneme girmişti. "Demek ki, cok da gerceklerden uzak degilmiş filmler" dedi. Bana zehrolan, baskasına ilac neden olmasın....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Sehrin Yalnızlıgı
RandomSoguk sehir duvarlarının, bir insanı kucaklayarak usutmesini anlatan, kahramanı olmayan ve bir kahramana gerek duymayan bir hikaye