Bir insanın kendi kendine sordugu sorulara cevap aralması bazen cok sıkıntılı ve zorlu bir donem olabilirdi, mesela cevabını tam olarak bilemedigi ya da zaman zaman farklı cevaplar verdigi soruları varsa ve bunların farkına yeni varıyorsa bu durum daha da cetrefilli bir hal alabilirdi. Eger bu sorulara bir cumle, bir paragraf ya da bir kelime bile cevabı yoksa, işte o zaman bıcagı eline alması gerekirdi insanın, cunku ayva yoldaydı-tabi kabuklu sevmiyorsa. Ve ister inansın ister inanmasın, o kadar cok zaman alır ki bunları gercekten cevaplayabilmesi-bazense asla cevaplanamaz ya da yarım kalırlar- hayattında nelerin akıp gittigini bile takip edemezdi. Kendinin dört dörtlük olmadıgını kabul etmeden, içinde tıkılıp kaldıgı o döngüden cıkamazdı, çünkü nerede hata yaptıgını, nerede dogru yaptıgını, nerede yarım kaldıgını, "neden böyle oldu"larını ancak bu sayede görebilirdi insan.
İşte tüm bunlarla dolu bir gun gecirmek, belki de insanı o gunu hic yasanmamıs kılamk icin tek yoldu, zira ne anın ne de mekanın bir onemi kalmıyordu. Belki de Einstein de boyle bir anında kesvetmişti zaman ve mekanın bukulebilirligini. Uzayıp giden dusunceler arasında bu iki olgu sanki hic yokmuscasına, sanki kendilerine verilen gorevden bıkıp uzaklara kacmıscasına insanoglundan uzaklara giderlerdi. Dusunceli halini gormemek pek mumkun degildi aslında, tabi eger tıkılıp kaldıgı solgun renkli duvarların hukum surdugu sehirde olmasaydı hala. Aslında degildi, cok cok uzaklara, 12 saatlik bir yolculugun ardından denizle ormanın birlestigi bir sahil kasabasına gelmişti. Nufusu tatil doneminin sonları olması nedeniyle bayagı azdı, zaten kalacagı evin kirası da pek yuksek sayılmazdı. Sehir merkezine bir saat kadar uzaklıkta olan bu guzel yerinin en ucra kosesindeydi ev aslında, sahilden yüz metre kadar sonra baslayan ve iki yüz metre kadar yükselen tepenin üstünde, agaclık alanın icerisinde iki katlı, balkonları acılabilen pencelerle kaplı, bahcesinde salıncagı, balkonunda sallanan koltugu olan, dayalı doseli guzel bir evdi. Eve gelirken de dusunceli oldugu icin dıs cephesinin ne renk oldugunu farkedemişti. Aslında pek de onemsememişti. Cunku ruhu hala o duvarlar arasında sıkısıp kalmıstı. Bircok kez anlatmak istese de anlayan cıkmamıstı zaten, nasıl anlasınlardı ki, ruhlarına semer vurup bedenlerini ustlerinde tasıyorlardı. Oylesine baglıyordu ki atomlarındaki baglar onları bu dunyaya, maddelerin otesine gecemiyorlardı. Sadece istedigi icin, sadece sevdigi icin, sadece degerli gordugu icin yapılamaz gibi geliyordu birsey onlara. Canları sıkıldıgında ya da canları yandıgında sessizligin onların serzenişlerinden daha kutsal olabilecegini nasıl bilebilirlerdi ki? Onlar filmlerdeki kahramanları severlerdi, hepsi birer Cesur Yürek'ti aslında, sadece bunu gostermek istemiyorlardı ya da fırsatları olmuyordu. Bardagına su doldururken bir taraftan da buzdolabında buz olup olmadıgına bakıyordu. Buz kalıpları kayıptı ama iki yumurta ve biraz peynir hala yerinde duruyorlardı. Belki de ondan once orada kalanlara aittiler. Hepsini alıp çöp kutusuna attı, çöp kutusunu da bir kenara dogru ittirdi, sürekli ayagının altında olamsını istemiyordu. Gece nobetlerinde takılıp dusebilecegi seyleri sevmiyordu. En son bir gece nobeti gezintisinde oturma odasındaki sehpaya takılıp içki dolabının ustune yıkılmıstı. Dolapla birlikte neredeyse tüm içki siseleri kırılmıs, evin içine sinen koku bir ay kadar kafasını iyi etmeye yetmişti. Sonraki bir iki ay ise yeniden birseyler alabilmek icin fazladan iş alamk zorunda kalmıstı. O gunden aldıgı ders, gayet iyi ogrenilmiş, kazanımları en kucuk ayrıntısına kadar incelenmişti anlasılan. Buzdolabı da gayet iyi cinelenmişti ama icinde buz yoktu anlasılan, ama bir tane henuz son kullanma tarihi gecmemiş sandaviç ve henuz acılmamıs 3 kutu yemek konservesi ile 2 kutu ton balıgı bulmustu, nerdeyse bir hazine. Canı zaten kasabanın iclerine inip alısveris yapmak istemiyordu, henuz insan gormeye tahammul edebilecek bir durumda degildi. Onların aksine 4 gün 3 gece düsünce ve hayallerinde beş yıldızlı, o kadar degilse bile çok yıldızlı bir tatil yapacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Sehrin Yalnızlıgı
De TodoSoguk sehir duvarlarının, bir insanı kucaklayarak usutmesini anlatan, kahramanı olmayan ve bir kahramana gerek duymayan bir hikaye