Yarın gunlerden pazardı. Her zamanki gibi gec kalkacaktı, dertsiz tasasız, hicbirseye alırmadan gececek bir gun olacaktı. Yatagına gidip yattı, yatagın virajlı yollarında uykuyu bulması biraz zor olsa da uyumayı basardı en sonunda.... Yavasca uyanmaya basladıgında gozune koyu renkli perdesinden kucuk ısık demetleri suzuluyordu, arada hafif acık bıraktıgı pencereden gelen ruzgarla kıvırtan perdesinin aralardan verdigi her frikik gozlerine igneler gibi işliyordu anlasılan. Kalkmak icin erken diyordu kendi kendine, saati uzaktaydı bakmak icin, duvarada kafasını cevirmek istemedi. Yavasca buktu gozuclarını, yoksa kalkacagı yoktu. "2 mi?!" dedi uykudan catallanmıs sesiyle, "gunun yarısını uyuyarak yemişim bile!! hay ben boyle...." söylenerek dogruldu, yataga oturdu. Karnı ac degildi, pek birseyler de gelmiyordu acıkcası aklına, pazarları ne yapacagını pek bilmezdi zaten, ama en azından zaman gecirmek icin birseyler dusunurdu. Birkac dakika hic kıpırdamadan kaldı, terliklerini ayagına gecirip tuvalete gitti once, ihtiyacını karsıladı. Cıktıgında saat 3'e geliyordu, yeni uyanmıs sayılırdı ama tavırları yarı baygın bir insanınkileri andırıyordu. Banyoya gidip yuzunu yıkadıp dişlerini fırcaladı ama pek kar etmedi. Mutfaga dogru yurudu ama karnı da pek ac degildi. Yesen de bir yemesen de der gibi tepkisizce kendi halinde takılıyordu. Salona gecip koltuga oturdu, iyice yayıldı, pijamaları hala uzerindeydi ve uykunun agır kokusu da pijamalarının üzerinde....Basını koltugun ustune yaslayıp tavanı izledi bir sure, sonra da oglen saatlerinin son parlak ısıklarına yetisti camdan, nereden geliyordu bu isteksizlik bilmiyordu, belki de cok uzun sure uyuyup pazartesinin oglesine yetisebilmisti. Pazartesi sendromu olabilir miydi bu? "Yok yoook, yook artık o kadar da degil herhalde" dedi inanmayarak dusunduklerine, kucucuk bir suphe de olmus olsa bir an panige kapılabilirdi aklı. Uzerine dolu dizgin gelen atların karsısında olmak gibiydi onun icin panik, ürkütücü ve oldugu yerde donakalmasına neden olabilecek kadar uyarıcı. Hemen yanında da tereddut, ückagıtcı bir bakkalın ückagıtcı cıragı gibi....Biraz dısarı cıkıp hava almaya karar verdi, ama giyinmeye giderken mutfa daldı ilk once. Kendine bir gozleme hazırladı, biraz da meyvesuyu. Yarım saat sonra giyinmeye hazırdı, odasına gitti, bir tshirt ve bir kazak giydi, düz koyu gri kot pantolonunu da giyip kapıya dogru yoneldi. Ayakkabilarını giydi ve portmantodan usumemek icin birseyler aldı. Kapıdan cıkıp kitlendiginden emin olduktan sonra parka dogru yurumeye basladı. Girisine yaklastıgında cok sakin gibi gorunmustu ona, kismecikleri goremiyordu. Sonda aklına geldi, bu saatlerde insanlar artık aileleriyle AVM'lere gidip oaralarda vakit geciriyorlardı. Bir zamanlar obezitenin insanlıgın basına bela oldugunu dusunurdu, simdi anlıyordu ki sadece bel cevrelerinde degildi bu, gozlerinde de vardı ve goz obezitesi hicbir obezite cesidinin yapamadıgını basarıp insanları mutlak tatmin duygusndan ve yetinebilme anlayısından uzaklastırıyordu.... Neredeyse girise gelmişti ki, gozune bir sima takıldı. Kameranın arkasından bakıyordu ona o anda ama yine de yuzunu hayal edebilmisti o anda. Gozleri ona takılı kalınca, o da lenslerin ardından bakmayı bırakıp yavasca yuzunu ortaya cıkardı. İki yalnız insan karsı karsıya kalmıslar ve anlamsızca birbilerine bakıyorlardı. İcinden "Demek hepsinin gozleri henuz hapsolmamıs" dedi. Agır adımlarına yavasca geri donerken yuzunu hafifce ceviriyordu, gozleri ise hala diger yabancının gorebildigi kadarını takip ediyordu. Sonunda ilerleyip kendi yoluna bakmayı yegledi, belki o da kendi dunyasnı o lensin ardından bakarak gormeyi yegliyordu. "Anlıyorum" diye gecirdi icinden ic cekerek. Sonra duraksadı ve kendine cattı, "salaklıgın alemi yok, nereye anlıyorsun?" dedi, "aynı lensten onun gozleriyle bakamazsın ki, hadi baktın diyelim, onun hayatını yasamadan, onun degerlerini tasımadan nasıl gordugun seyler aynı olabilir? Cok salaksın, cok!"....kendine kızmıstı. Aksammustu sogugu iyice kendini belli etmeye baslayıncaya kadar durdu parkta ve ardından evinde gitmeye karar verdi, insanları cekebilecek durumda degildi. Parkın cıkısına dogru giderken karsılastıgı yabancının olugu yere baktı, orada yoktu, kamerası da...."Gitmiştir belki de" dedi, yavas adımlarının yanına biraz da muzik ekledi ve basını hafifce one egdi ve gozlerine at gozlugu takılmıs gibi hicbirseye aldırmadan yurumeye basladı, oysa insanların toplum icindeki hallerini izlemeyi severdi ama bugun hic istemiyordu canı. Eve girip esyalarını saga sola attı, cok agırlasmıstı bedeni, ayakkabılarını cıkardı. Dosdogru salona gidip koltuga uzandı. İcinde biryerlerde bir sorun vardı, sanki bildigi tum degerler, yasadıgı tum duygular birbirinden kacmaya calısıyorlardı. Pimi cekilmiş bir elbombasının her parcacıgının ayrı bir noktaya gitmesi gibi, once icinde bulundukları kafesi parcalayıp kacasıları vardı adeta. Daha once de kendini bircok kez boslukta, sıkıntıda, stres altında hissetmişti ama bu onlar gibi degildi. Ürpertiyordu onu bu hali ve gitgide daha derin nefes alıyordu. Bir sorun vardı fakat ne oldugunu anlayamıyordu, tüm o fareler, sanki bu gemi batacakmıscasına etrafa kacısıyorlardı ve anlasılan yolcuların bundan haberleri yoktu....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Sehrin Yalnızlıgı
DiversosSoguk sehir duvarlarının, bir insanı kucaklayarak usutmesini anlatan, kahramanı olmayan ve bir kahramana gerek duymayan bir hikaye